4.10.2015

Canlandırıcı Ananaslı Yeşil Smoothie


Mutfakta uzuun uzuun vakit geçirmeye alıştığımdan mıdır nedir, bir yemeği çabuk hazırlayınca bir tuhaf hissediyorum kendimi. İyi anlamda tabii. Hızlı yapılan leziz yemek kadar zevk veren bir şey olamaz sanırım. Çünkü kısa zamanda daha fazla çeşit yapabiliyoruz bu durumda değil mi? :) Ama artık sağlıklı beslenmek adına, küçük porsiyonda doyurucu tariflere odaklandım.

Uzmanların da dediği gibi ufak bir tek öğünde vücudun ihtiyacı olan tüm vitamin, protein, mineral vesaireyi aldığınızda saatlerce acıkmıyorsunuz. Gerçekten herkesin bas bas bağırdığı üzere, işlenmiş gıdalar ve şeker vücudumuzun başlıca düşmanı. Şeker çıkınca hayatımdan, açlık da yorgunluk da kalmadı bünyede vallahi. Tabi dengeli beslenip tüm temel ihtiyaçları almak çok önemli. Bu haftasonu yaptığım smoothie de aynen bu amaca hizmet ediyor. :) Hele spordan önce veya sonra inanılmaz iyi geliyor.Dahası, yalnızca 5 dk.da hazır!


Canlandırıcı Ananaslı Yeşil Smoothie
(1 kişilik)

Malzemeler:

1 dilim ananas
1/2 muz (yaz mevsiminde dondurulmuşu daha makbul olur:))
5 çiğ badem
2 yemek kaşığı yulaf ezmesi
1 büyük yaprak karalahana (sapın etrafından yaprakları ayırıp elinizle gelişigüzel koparmanız yeterli)
1 çay bardağı süt (laktozsuz benim tercihim) 
1/2 çay bardağı su
1 çay kaşığı tarçın

Tüm malzemeleri blenderda çekip kahvaltı niyetine tüketin.  İşte bu kadar!

18.09.2015

İskoçya'nın İncisi: Isle of Skye

Türkiye'ye döneli yaklaşık 1 ay oldu... İskoçya'da yaşadıklarım şimdiden hayal gibi gelmeye başladı bile. Sanki bir masaldı, ben o yaşadıklarımı kitapta okudum veya bir filmdi izledim ve ardından aklımda sadece etkileyici sahneler, nefes kesici manzaralar kaldı…

Mayıs ayında 3 günlük unutulmaz bir Highlands turuna katıldım. Aradan kaç ay geçse de, bu süreçte Birleşik Krallık'taki bilimum şehirleri azimle gezmiş olsam da, aklımda en çok kalan bu 3 günlük Isle of Skye gezisi oldu nedense. 
Portree
Edinburgh’dan Skye’a otobüs veya tren gibi toplu taşıma araçlarıyla gitmek neredeyse imkansıza yakın. Araba kiralayıp gidenler oldu ama adada hiçbir şekilde telefon sinyali alınmadığından, eski usul haritayla dağlar ormanlar akarsular arasında kaybolmak olası. Bu yüzden en güzeli küçük 15-16 kişilik arabalarla her hafta en az iki defa adaya tur düzenleyen yerel tur firmalarıyla gitmek.

16.09.2015

Nohutlu Patlıcan Köfte - Pesto Soslu

Hayatımdan işlenmiş gıdaları çıkarttığımdan ve sebze-meyve ağırlıklı beslenmeye başladığımdan beri kilo derdine pek düşmez oldum. Türkiye’ye döndüğümde tartıda gördüğüm rakama da şaşırmadım desem yalan olur. İngiltere’den bana kalan en önemli alışkanlıklarımdan olan aromalı sular ve her sabah ilk iş içtiğim ılık limonlu suyun büyük ölçüde etkili olduğunu düşünüyorum bu konuda ama. Bir de canım artık ağır, yağlı, karbonhidratlı şeylerden hatta ve hatta çikolatalı tatlılardan bile çekmiyor. Türkiye’ye iner inmez ilk aradığım şey dolma, baklava veya kebap değil, incirdi. Evet gerçekten geldiğim ilk iki hafta 2-3 kilo inciri bitirdim. Tam da mevsimiydi gerçi Ege incirlerinin :) Sonra sonra 1 yıldır mahrum kaldığım; dolmaydı, kısırdı, gevrekti, boyozdu, beyaz peynirdi tulum peyniriydi, özlediğim her geleneksel lezzetten yedim ama kilo almak yerine kilo verdim.

Fark ettim ki, gerçekten de yalnızca vücudu dinleyip, onun ihtiyaçlarına kulak verip beslenmek yeterli. Vücudum da kaliteli besinlere alıştıkça çöpleri istemez oldu. (Çöpten kastım; şerbetli tatlı, cips gibi yüksek kalori değerine sahip ama hiç enerji vermeyen besinler tabii.) Son 5 aydır kendimce uyguladığım yeni beslenme tarzımda et ve hayvansal gıdaları olabildiğince minimuma indirdim ve bu bende ciddi alışkanlık oldu. Haftada 1-2 gün et tüketimi (özellikle somon gibi omega 3 zengini balıklar) şart yine de ama canım mütemadiyen sebze/meyve çekiyor. Ne tuhaf değil mi? :)

Bu haftasonu mutfağıma kavuşmam şerefine harika bir sebze köftesi yaptım ben de. Böyle uğraşıp sağlıklı ve cezbedici yemekler çıkarınca, yemesi de ayrı bir keyifli oluyor vallahi :) 

12.09.2015

Süper Enerji Topları


İstanbul'a yuvama, evime, mutfağıma döndüm nihayet! İnsan sahip olduklarının değerini kaybetmeden anlayamıyormuş gerçekten. Ben de küçücük dahi olsa yalnızca bana özel olan mutfağımın değerini baya iyi anladım bu sayede. Bir daha minikliğinden şikayetlenmiycem mutfağımın. :) Hele blenderım, kahve makinam, tencerelerim tavalarım hatta ve hatta bardaklarım; hepsini nasıl da özlemişim! Evimde mutfağımla başbaşa kaldığım ilk haftasonu şerefine bayağı bir deneme yaptım bugün. Ama ondan önce haftaiçi bir akşam, iş yerinde ara öğünüm olsun diye hazırladığım enerji toplarının tarifini yazsam fena olmaz.

Master yaparken son 1 yıldır hiç hissetmediğim "yemek sonrası uyku gelme sendromu"nu işe ilk başladığım günden beri yaşıyorum. Bu durum kan şekerinin yükselmesiyle alakalı oluyor genelde ama, yediklerimde pek bir farklılık olmadı normale göre. Psikolojik midir, çalıştığım ofisin havasızlığından mıdır, bilmiyorum. Ama bu toplar cidden işe yaradı. Her gün işe giderken 2 tanesini yanıma alıyorum ve öğleden sonra ara öğün niyetine kahve ile tüketiyorum.. Sağlıklı, doyurucu ve enerjik daha ne olsun! :)

15.08.2015

Edinburgh: Yeme İçme Mekanları


Fark ettim ki son zamanlarda yemek tarifinden çok gezi yazıları yazar oldum. Ahh bu yurt hayatı! Mutfak maceralarım geçici olarak raflarda maalesef. Ama yemek tutkum bitmedi, bitmeyecek. Edinburgh'daki güzel yemek yediğim tüm farklı mekanları not alıyorum aylardır. Her keseye, her damak tadına uygun bir sürü güzel restoran,cafe,bar var bu müthiş şehirde. Ehh oyleyse ilk olarak en yaygın olan muhtelif dünya mutfaklarından başlayalım.

Thai Mutfağı

Ting Thai Caravan
En favori öğrenci mekanı desem abartmış olmam. Öğle yemekleri akşam yemeklerinden 3-4 pound daha ucuz. Restoranda otursanız bile genelde kartonda servis ediyorlar ve özgün thai yemekleri var. Uygun ve salaş restoran deneyimi yaşamak isterseniz, tavsiyedir.
Ting Thai Caravan- Pad Thai
Thai Orchid
Ting Thai'ye nazaran daha şık bir restoran tarzında döşenmiş, ziyadesiyle daha pahalı bir mekan. Ama burada denediğim yemekler de fena değildi. Denenebilir.

4.07.2015

Karalahanalı Pancarlı Detox Salata


Temmuz ayının ilk haftasında bile olduğunca kuzeyde hala kış yaşıyor olduğumuzu söylememe gerek yok sanırım. Buraya geldim geleli de kış sebze-meyveleri tüketiyorum. Sanırım gerçek anlamda baymaya başladım buranın havasından. Gerçi daha çok kütüphane-yurt-kütüphane arasında gidip gelen tez yazma sürecindeki hayatımdan baydım ya, havaya çamur atıyorum. Neyse nava güzel olsa daha çok moralim bozulurdu herhalde. Böyle iyi diyelim... :)

Bu yazımı, ilk vegan tarifim şerefine kısa tutuyorum. Zaten gün içinde saatlerce sofistike ingilizce cümleler kurmaya çalışmaktan parmaklarım ağladı. :) Kısa ve öz iyidir, candır. (Demiş büyük bir düşünür..)




26.06.2015

En sağlıklı kahvaltı alternatifi: Yulaf Lapası (Porridge)


Edinburgh'daki ilk aylarım çevremdeki herkese, her şeye, tüm farklılıklara, benzerliklere dikkat etmekle geçti. O zamanlarda en çok ilgimi çeken karakterlerden biri ise eski yurdumda aynı katta kaldığım Avusturalyalı bir kızdı. Daha doğrusu kadın, hatta ayıp olacak ama teyze de diyebilirim. Neyse ismi ile hitap edeyim en iyisi, Harriet. Yaşını hiçbir zaman söylemedi ama en az 45-50 yaşlarında olduğunu tahmin ediyorum kendisinin. Gerçi bir 60 rahat gösteriyor. Yok yok 60 değildir ya?! Buraya doktora değişim programıyla bir yıllığına gelmiş Harriet. Doktora konusu Kaptan James Cook'un maceraları ile ilgili sofistike bir şeydi ama detayını unuttum yalan söylemeyeyim şimdi. Özet olarak sanat tarihi diyelim.

Harriet'in karakteri ile ilgili bir destan yazabilirim buraya inanın. Ben böyle ilginç bir insan görmemiştim daha önce. Yurtta sohbeti en keyifli insanlardan biriydi ama. Hatta itiraf edeyim odada canım sıkıldığında mutfağa gitsem Harriet'i görsem de ilginç muhabbetler yapsam diye düşündüğüm anlar da oldu bazı bazı. Zaten o da sürekli mutfakta takılırdı sosyalleşmek için. Hiç unutmuyorum bir gün örgü örerken gördüm onu mutfakta. 20li yaşlarının başındaki bebe Çinliler etrafa yağları sıçrata sıçrata chili kızartırken Harriet sakince koltukların birine oturmuş örgü örüyordu. Hatta daha çok dantelimsi bir şey. Dayanamayıp sordum. "Hayırdır yeni hobi mi edindin?" Evet örgü topluluğuna üye oldum dedi. Okulda bir de örgü topluluğu varmış! Baya şaşırmıştım duyduğumda. :)  Topluluktaki insanlar her hafta bir gün bir kafede toplanıp beraber sanatlarını icra ediyorlarmış.  Harriet de bir dantel modelini bir türlü beceremeyip 3-4 defa bozup bozup yeniden denemiş, bana onu anlattı. O akşam da kafe organizasyonundan geliyormuş zaten. Baya sakinleştiriyormuş onu cafede oturup örgü örmek. Daha sonra Viski topluluğunun bir organizasyonunda, çok çok daha sonra ise bir okul gezisinde gördüm onu.

Harriet tüm ilginçliklerinin yanında, beni yulaf lapası ile tanıştıran insan. Her sabah aynı saatlerde mutfakta karşılaşırdık onunla. Ben burda bulabildiğim tek çeşit beyaz peynir ile Türk usulu kahvaltımı hazırlarken o sadece yulaf ve sütten oluşan porridge'ini yer ve sade kahve içerdi. Ne zevksiz bir kahvaltı şekli diye düşündüm itiraf edeyim. Daha sonra fark ettim ki neredeyse İskoçya'da herkes kahvaltıda porridge yiyormuş. Ne zevksiz millet diye düşündüm. Güzelim beyaz peynir, zeytin, domates üçlüsü varken hangi kahvaltı daha cazip gelir ki insana?

23.06.2015

Çatallar Bıçaklara Karşı


Bir belgesel izledim hayatım değişti... Desem yalan olmaz, ama tam doğru da değil. Geçen hafta izlemiş olduğum 2 farklı belgeselden bahsedicem kısaca. Biri "Hungry for Change" diğeri de "Forks over Knives". Bu belgeselleri nasıl buldum, nerden çıktı bu merak kısaca anlatayım.

Özellikle son 3 aydır projeler, finaller, stres, Edinburgh'da son 3 ayım, aman görmek istediğim yerleri görmeden dönmeyeyim, sonrasında gezmeceler derken aşırı yeme olayının son noktasına geldiğimi hissettim. Hatta son nokta dediğim an Isle of Skye'da ( söylemeden geçemiycem, muhteşem ötesi bir yer, yakında gezinin detaylarını da yazacağım buraya, inşallah maaşallah:)) bir akşam yediğim taze deniz ürünlü makarnanın üzerine, yatmadan önce kocaman bir "sticky toffee pudding"i mideye indirmem dolayısıyla gece karın ağrısı eşliğinde terleyerek, kabuslar görerek uyanmamla başladı. Sonrasında hemen moda giremedim tabi, tatil devam etti. Tatilin de anlamı değişik yerel lezzetler denemek benim için tahmin edersiniz.

Sticky Toffee Pudding

Tatil bitiminde hemen 5 günlük bir detoks diyetine başladım. 5 gün boyunca hiçbir şekilde tuz, un, şeker hatta et de olmadan yalnızca çiğ sebze-meyve ve baklagillerle beslendim. O 5 günde hissettiğim mutluluğu, enerjiyi ve huzuru gerçekten anlatamam. Öyle ki, tatil sonrası sendromu bile yaşamadım. :) İlk önce düşük kalorili beslenmenin getirdiği vicdan rahatlığı diye düşündüm ama sonrasında farkettim ki yediklerim gerçek anlamda psikolojik olarak beni çok etkiliyordu. Bu ani değişim fizyolojik hatta kimyasal bir şey olmalı diye düşündüm ve biraz araştırdım. Bu konuda yazılmış binlerce makale, blog, kitap var. Özellikle şekerin, hatta işlenmiş gıdaların vücudumuza ne şekilde zarar verdiğini, sürekli acıkmayı nasıl tetiklediğini, hızlı yaşam biçimimizin bizi bunlara nasıl bağımlı yaptığını, biz kadınların çikolata krizleri neden oluyor, fast food zaafı nasıl oluşuyor vs gibi durumların bilimsel açıklamalarını okudum. İlk adım olarak da kola, fanta, kutuda şişede satılan meyve suları gibi tamamı şekerden ibaret içecekleri hayatımdan çıkardım.

İşte yazımın başında bahsetmiş olduğum bu iki belgesel de özet olarak bunları ele alıyor. Biri tamamıyla vegan beslenme biçimi öneriyor uzun süreli sağlık için, hatta özellikle diyabet, kalp ve kanser hastaları için. Diğeri de şekeri ve işlenmiş gıdaları hayatımızdan çıkarmadan kalıcı kilo veremeyeceğimizi açıklıyor nedenleriyle birlikte. Diyet yapıp yapıp zayıflayamayan kadın sorunsalının baş kaynağı bu "diyet" etiketi altında satılan düşük kalorili ama bol şekerli yiyecek ve içecekler. Biliyordum aslında ama pek uygulamıyordum; bu belgeseli izleyince ciddi anlamda ikna oldum. 

Özellikle vegan beslenmek Türkiye'de imkansız gibi bir şey. En basitinden normal süt yerine soya veya badem sütü almaya kalksanız fiyatı 2 katı. Toplum olarak yeme alışkanlıklarımız da börekler, baklavalar, kıymalı pideler ve tabii ki yoğurt çevresinde şekilleniyor genelde. Börekten baklavadan tamamıyla vazgeçemem elbette, hele yoğurtsuz,peynirsiz bir hayat düşünemiyorum ama vejetaryen ağırlıklı ve işlenmiş gıdalardan uzak bir yaşam biçimi benimsemek için önümde bir engel yok. Ve bu değişim sağlıklı ve enerjik bir hayat için en önemli adımlardan biri olacak bence.

Bu sebeple, artık blogda çoğunluk vegan-vejetaryen tariflere yer vermeye karar verdim. Bloga yazma motivasyonu olduğunda ben de daha hevesli oluyorum o yemekleri yapmak için. Bir de İngiltere'de, özellikle Londra'da inanılmaz bir vegan akımı var vee çok başarılı tarifler üreten blog yazarları var. Kitaplarından da aldım birinin. Tüm süpermarketlerde restoranlarda glutensiz, vegan, dairy-free birçok ürün ve yemek çeşitleri de var. Ama bizim ülkemizde henüz bu kadar popüler ve yaygın değil, ucuz da değil haliyle. Döndüğümde daha zor olacak benim için bunu uygulamak ama vazgeçmeyeceğim.

Tariflerim çok yakında gelecek, denemelere başladım bile. Ama şu tez yazış süreci tüm yazma enerjimi de sömürmüyor değil! Neyse gerekli enerjiyi meyve-sebzeden alacağız artık.. :)

8.05.2015

Edinburgh'da 3 gün turist olmanın püf noktaları


Birleşik Krallık'ta herhangi bir şehirde havanın nasıl olacağını gün içinde bir saat öncesinden tahmin etmek bile çetrefilli bir konu. Bunun için uzun yürüşlü gezi programlarını çok da hayal etmemek gerekiyor. Edinburgh'da gün boyunca güneşli olacağını umuduğumuz bir günümüz vardı ve o kıymetli günü, görebileceğimiz tüm yürünesi alanları görelim, hatta ve hatta Water of Leith'in kıyısında yürüyüş yaparak değerlendirelim dedik.
Water of Leith Walkway

Önce favori mekanımdan bahsedeyim: Calton Hill. Bu minik, 360 derece süper ötesi manzaralı yere sevgiliyle gelinmeli, peşinen söyleyeyim. :) Calton Hill'e çıkmadan önce Palace of Holyroodhouse ve hemen yanındaki yeni yapı İskoç Parlamentosunu da görelim dedik. Holyroodhouse için Kraliçe'nin İskoçya mekanı diyorlar, doğru mu değil mi bilemem. Tek bildiğim 15 £ giriş ücreti olması ve saraydan daha çok bahçelerinin ilgi çekici olduğu. Girdik mi? Hayır. Bir saraya giriş ücreti olarak 60 TL verme lüksünü o an kendimizde bulamadık.
Calton Hill- Burns Monument
Calton Hill tüm "oldtown" ve "newtown" bölgelerini kuşbakışı görebileceğiniz güzel bir park alanından oluşuyor. Bu parkın içinde birkaç tarihi yapı da mevcut. Mesela "National Monument" denilen şey, Napolyon'u alt ettikten sonra İskoçların diktiği bir anıt. Atina'daki Parthenon'un kopyası olarak inşa etmişler bunu, savaşta ölenlerin anısına...

18.04.2015

Rüya şehir Venedik


Bu minicik kanallar üzerine kurulu şehire yalnızca 2 gün ayırmıştık, aslında 2 gün yetti de arttı bile. Ama biz o daracık sokaklarda gezmeye doyamadık. Her sokak dönüşü ayrı bir fotografik, ayrı bir romantik görüntüydü.

Venedik'te kaldığımız otel (Ca' San Polo)  San Polo bölgesinde 15. yüzyıldan kalma bir binada yer alıyordu. Gelir gelmez otele de atmosfere de bayıldık. Gelir gelmez eşyalarımızı odaya atıp, kanallar arasından yürüyüp, Venedik'in merkezi sayılan San Marco Kilisesi'ne indik.

17.04.2015

Londra'ya 5 gün yetmez dediler geldik.


7 aydır Birleşik Krallık'ta yaşıyor olmam dolayısıyla, bahara da yaza da öyle bir hasretim ki sormayın. Nisan ayına girer girmez soluğu Londra'da aldık biz de. Ne şanslıyız ki Londra'da geçirdiğimiz 5 gün de güneş yüzümüze güldü.. :)
London Tower & Bridge

İtiraf etmeliyim, Edinburgh'un sakin, huzurlu ve her yere yürüyerek ulaşılabilen yapısına alıştığımdan, Londra bana biraz İstanbul'u çağrıştırdı. Sıkış tepiş metro hatları, yolda yürürken bile sürekli itişen insanlar, herhangi bir kaldırımda yürürken birileriyle çarpışmamak için ekstra çaba sarf etmek... Ama yine de bu ufak rahatsız edici detaylar dışında yaşanılası güzel şehirlerden biri Londra. Evet efendim haydi başlayalım.

1. Gün

Öğleden sonra gelir gelmez London Tower ve Tower Bridge bölgesi ile başladık turumuza. Bir çok atraksiyonun bulunduğu merkez bölgeden biraz uzakta zira. Borough market da bu bölgede. Biz akşam üstü yakalayamadığımız için gidemedik, bu markete başka bir sabah kahvaltıya geldik ama, es geçmeyin derim. 
Tower Bridge


13.02.2015

Falkirk, Linlithgow, Loch Katrine. Ve... Iskoçya'nın inekleri :)


Geçen haftasonu İskoçya'nın kırsal bölgelerinde değişik mi değişik iki gün geçirdim. Bir de, evet yanlış okumadınız, gerçekten İskoçya'nın inekleri bir başka! :)

Birleşik Krallık'ta okuyan yabancı öğrencilere yönelik gönüllü bir oluşum kurulmuş vakt-i zamanında: HostUK. Bu organizasyon kapsamında yabancı öğrenciler, Birleşik Krallık'ta yerleşik olan bir ailenin yanında bir haftasonu geçirip hem farklı bir deneyim yaşama hem de İngiliz kültürünü yakından tanıma şansına sahip oluyorlar. Ben de bu program sayesinde geçtiğimiz haftasonu Bo'ness kasabasında oturan 60lı yaşlarında akademisyen bir çifti ziyarete gittim.

5.02.2015

Limonlu tarhun soslu balık ve fırında tatlı patates


Sanırım bir süredir neden pek fazla tarif yazamadığım, hatta ve hatta neden hiç "yazı" yazamadığım konularına açıklık getirme vakti geldi. Cevap veriyorum: Öğrencilik hayatı! 

Öncelikle kendime ait bir mutfağım, mutfak robotu ve benzeri mutfak aletlerim de olmadığı için, ikeadan aldığım 2 tava bir tencere ile karnımı doyurmaya çalışıyorum genellikle... Bir de öğrenciliğin getirdiği malumunuz para kazanamama durumundan mütevellit marketteki en ucuz sebzeyi (nam-ı diğer pırasa!) alıp zeytinyağlı salçalı ev yemeği usulü pişirip 2-3 gün idare ediyorum. Zaman zaman, konserve ton balığı, bazen de hazır çorbalarla geçiştiriyorum günü. Peki bu durumdan şikayetçi miyim? Eh işte..:)

Neyse, gelelim konumuza. Edinburgh'a gelmeden önce nedense hafızamda yerleşmiş olan, kuzey denizinin balıkları kocaman ve lezzetli olur algısından kaynaklı olarak, buralarda da deniz ürünlerinin yaygın olduğunu düşünmüştüm. Yiyecek hiçbir şey bulamasam bile sağlıklı sağlıklı balık yer karnımı doyururum diye umuyordum açıkçası.. Ama markette yalnızca somon ve mezgit çeşitlerine rastlayınca biraz bozuldum ne yalan söyleyeyim. Ha bir de unutmadan, İskoçya'nın midyeleri de pek meşhur! Biz Türkler evde midye pişirme alışkanlığına pek sahip olmadığımızdan, midyelerden alıp pişirsem mi diye hiç düşünmedim şimdiye kadar. Ama düşündüm de, bir ara denesem fena olmaz sanki... Aklımda bulunsun.



Kaldığım yurda bayağı yakın bir mesafede, yalnızca taze balık satan bir balıkçı var. Bazen oraya gidip taze kuzey denizi balıklarından denemek için alıyorum. Bu hafta tercihimi İngilizlerin coley diye adlandırdığı bir balıktan yana kullandım. Eti diğer balıklara nazaran biraz daha koyu renkte ama, morina balığına benzeyen bir balık çeşidi bu da.

18.01.2015

St Andrews'ta güneşli bir gün


Popüler Cambridge Düşesi Kate Middleton ve Prens William'ın medyayı sallayan düğünlerinden sonra İskoçya deyince akla gelen ilk yerlerden biri de St Andrews oldu kuşkusuz. Bu ikili St Andrews Üniversitesinde okurken tanışmışlar. Hatta ve hatta bugün öğrendiğim bir bilgiye göre ise, bu okul, dünya üzerindeki diğer okullara kıyasla en çok çift çıkaran okulmuş. Ne istatistik ama! :)

St Andrews Castle


St Andrews muhteşem doğası ve manzarası ile beni gerçek anlamda büyüledi desem yanlış olmaz. Gerçi şaşırtıcı şekilde sakin ve güneşli olan havanın büyük etkisi var bu durumda bence. Bugün hava -genelde olduğu gibi- yağmurlu ve rüzgarlı olsa aynı cümleyi kurar mıydım bilemedim.
 
St Andrews Cathedral

8.01.2015

Yeni yıl, yeni umutlar... Bir de Cevizli Ekmek


İtiraf etmeliyim, blogu son zamanlarda istemsizce 2. plana atmış durumdayım. Neden mi? Çünkü hayatımın dönüm noktası olacağını hissettiğim 30. yaşıma adım adım yaklaştığım şu günlerde, yıllar sonra daha sorumluluk sahibi ve daha kendinden emin bir şekilde ne istediğini bilen bir öğrenci oldum. Kolay mı sandınız? Kolay değil, inanın.

10lu, 20li yaşlarda öğrenciyken her şey kolay geliyor, aslında hayat çok çok daha kolay geliyor insana. Ne zaman ki iş hayatına atılıyoruz, ailemizden uzaklaşıp bambaşka hayatların parçası oluyoruz, işte o zaman anlıyoruz ki Hayat; peşinde koştukça, onu ciddiye aldıkça ödüllendiriyor bizi. Yani en azından bende böyle oldu. Maalesef hiçbir zaman dört ayak üstüne düşen şanslı insanlardan olamadım. :) Şimdilik bu durumdan şikayetçi de değilim. Tabi bir milli piyango filan çıksaydı fena mı olurdu? Maalesef bu sene amorti bile göremedik :)

2014 benim için inanılmaz bir yıldı. Aslında hala bile düşündükçe hayallerimin birkaçının gerçekleşmesinin bu yıla denk gelmesine inanamıyorum. Umarım 2015 de aynı şekilde güzel sürprizlerle dolu bir yıl olur, hem benim hem de sevdiklerim için... Bu yıl da her yılbaşında olduğu gibi tabii ki kendime bir "to-do-list" yaptım. Tahmin edebileceğiniz üzere bu listenin yıllar içinde değişmeyen tek bir maddesi var: kilo vermek:P  Diğer maddelerse şimdilik bana kalsın. Zamanı geldiğinde onları da yazıcam inşallah buraya... :)



Aylar aylar önce yapmış olduğum cevizli ekmek tarifini bir türlü yazma fırsatı bulamamıştım, kısmet bugüneymiş. Yani 2015'in ilk tarif yazısına. :)

5.01.2015

Roma'ya Sevgilerimle!


Kış aylarında İtalya'ya bayılıyorum. Farklı havası garip bir romantizm etkisi uyandırıyor bende. Geçen kış gittiğimiz Floransa-Bolonya ikilisini hala unutamamışken bu kış da İtalya'dan vazgeçemeyip Roma'nın yolunu tuttuk.

Gezilesi-Görülesi Yerler:

Colosseum-Roman Forum- Palatine Hill

Kuşkusuz Roma'yı Roma yapan yer elbette Roman forumdur! Rome ve Spartacus dizilerini yakinen takip etmiş biri olarak Colosseum'a da inanılmaz bir ilgi duyduğumu söylemeliyim. Özellikle çevrede gezerken gladyatörlerin neler yaşamış olduğunu hayal edip tarihin eşsiz yaşanmışlıklarına dalıyorsunuz burada..

Bu üçlüye en az yarım gününüzü ayırın derim ben. Her metrekaresi ayrı bir tarih. Hatta abartarak insanlığın eğlence anlayışının da buradan orijine ettiğini söyleyebilirim. En çok da Sezar hayatın tadını sonuna dek çıkararak yönetmiş koskoca imparatorluğu. Kendisine bir kez daha hayran kaldım:)

 


Fontana di Trevi- Aşk Çeşmesi

Şanssızlığımızın en büyük kanıtı! Renovasyona girmiş koca çeşme. Hiçbir şey göremedik! Yıllardır atılan bozuk paraları da toplamışlar vallahi, kaç milyon insanın umutları yatıyordur orada kim bilir...