17.04.2015

Londra'ya 5 gün yetmez dediler geldik.


7 aydır Birleşik Krallık'ta yaşıyor olmam dolayısıyla, bahara da yaza da öyle bir hasretim ki sormayın. Nisan ayına girer girmez soluğu Londra'da aldık biz de. Ne şanslıyız ki Londra'da geçirdiğimiz 5 gün de güneş yüzümüze güldü.. :)
London Tower & Bridge

İtiraf etmeliyim, Edinburgh'un sakin, huzurlu ve her yere yürüyerek ulaşılabilen yapısına alıştığımdan, Londra bana biraz İstanbul'u çağrıştırdı. Sıkış tepiş metro hatları, yolda yürürken bile sürekli itişen insanlar, herhangi bir kaldırımda yürürken birileriyle çarpışmamak için ekstra çaba sarf etmek... Ama yine de bu ufak rahatsız edici detaylar dışında yaşanılası güzel şehirlerden biri Londra. Evet efendim haydi başlayalım.

1. Gün

Öğleden sonra gelir gelmez London Tower ve Tower Bridge bölgesi ile başladık turumuza. Bir çok atraksiyonun bulunduğu merkez bölgeden biraz uzakta zira. Borough market da bu bölgede. Biz akşam üstü yakalayamadığımız için gidemedik, bu markete başka bir sabah kahvaltıya geldik ama, es geçmeyin derim. 
Tower Bridge


Güzel ve önemli detay: Londra'da neredeyse tüm müzelerin girişi ücretsiz! London Tower'ın girişinde ise 17-18 pound civarı bir şey ödemeniz gerekiyor. Biz kulenin içine girmeyerek, etrafındaki manzaranın daha güzel olduğuna kanaat getirdik sonra.  :)

Akşam yemeği içinse bir Hint restoranı seçtik: Chettinad Indian Restaurant. Burada küçük ve çeşitli birçok yemekten oluşan Thalies tabaklarından Chettinad Thali'yi seçtik. Thali'nin içinde 3-4 çeşit etli 2 çeşit sebzeli yemek, çorba, hatta minik bir tatlı bile bulunuyor. Bir de Güney Hindistan yöresine özel yapılan bir krep çeşidi "dosa"dan denedik. Bu krep bir gece önceden suda bekletilen ve fermente edilen mercimek ve pirinç lapasından yapılıyormuş. Başlangıç olarak getirdikleri pappadam ve yanındaki ev yapımı chutney sosları da inanılmazdı. Hepsi abartısız şimdiye dek yediğim en leziz Hint yemekleriydi. En güzel yanı ise, sonrasında mideyi bozmaması :) Gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum bu mekanı.

Chettinad Indian Restaurant
2. Gün

Sabah erkenden olmazsa olmaz British Museum'un yolunu tuttuk. Dünyanın en çok ziyaret edilen, en büyük müzelerinden olduğu için kompakt bir programla 3-4 saatte yalnızca önemli yerlerini dolaştık müzenin. Tarihi değiştiren, dönemlere damgasını vuran çok ilginç buluntular sergileniyor bu müzede. Eski Mısır hiyerogliflerinin okunmasını sağlayan Rosetta Stone ise en çok ilgimi çeken şey oldu nedense. Bir de eski astrolojik buluntular bayağı enteresandı.

British Museum

Müzeden çıktıktan sonra biraz takılmak için Camden Town bölgesine indik. Burada daha çok rockçı punkçı gençliğin ilgisini çekebilecek enteresan dükkanlar var sıra sıra dizili. Bir de dünya mutfaklarından çeşit çeşit küçük yemek tezgahlarının sergilendiği açık bir pazarı da var. 1 pounda buharda pişmiş çin mantısı yedik öğle yemeği niyetine :) Bu bölgeyi bayağı sevdim ben. Daha sonra burada, Amy Winehouse'un da eskiden sıklıkla takılmış olduğu bir barda birer bira içtik. Barın adı: the Hawley Arms. Biralar sulu gibiydi bence, ama pubda takılma ortamı iyiydi.
Camden Town Street Market
Camden Town'dan çıkıp Regents Park'a gittik. Parkta biraz turlayıp, Baker Street (Sherlock Holmes Müzesi de burada :)), Bond Street ve ara sokaklarında dolaştık. Akşam yemeği yine enternasyonel bir mutfaktan: Tokyo Diner. Soho, nam-ı diğer Chinatown bölgesinde yer alıyor. Bu Japon restoranında yemekler süper ötesi olmasa da lezzetliydi ve fiyatlar oldukça uygundu.

3. Gün

Bu sabahki kültürel müze aktivitemiz National Gallery ile başladı. Trafalgar Square'de bulunuyor galeri. Mecidiyeköy meydan bizim neyse, Trafalgar da Londralılar için o sanırım. Londra'nın en kalabalık alanı burasıydı herhalde. Fazla insan görünce bi buhran geliyor bana. :) Galerideki bazı ünlü eserleri gördükten sonra (Mesela Vah Gogh'un günebakan tablosu veya Michelangelo'nun bazı eşsiz tabloları vs buradaydı.) çıkıp bu bölgede takıldık birazcık. Londra'nın en ünlü yapıları da bu bölgede yer alıyor. Big Ben, Houses of Parliament ve Westminister Abbey'i görüp, Thames nehri boyunca Southbank'e kadar yürüdük. 

Big Ben&Houses of Parliament

Meşhur London Eye da Southbank'te yer alıyor. Nehirle beraber bir fotosunu koymazsak olmaz.



Akşam yemeği için Covent Garden bölgesinde bir fransız restoran seçtik bu sefer: Boulevard Brasserie. Buradaki yemekler de bayağı güzeldi; fiyat-performans dengesini yine güzel tutturduk, valla bravo bize. :) Mekandaki ışık yetersiz olduğu için yediklerimizin fotoğrafları pek iyi çıkmadı o yüzden foto koyamıyorum maalesef.

Covent garden

4. Gün

Sabah erkenden, aklımızda kalan Borough market'i görmek ve kahvaltı yapmak için yine Tower Bridge tarafına gittik metroyla. Bu pazar sanırım en işlek zamanını cumartesi sabahları görüyormuş. Biz bir Salı sabahı gittiğimizde pek fazla tezgah açık değildi, ama birbirinden lezzetli görünen kahvaltılık hamur işlerinden alıp, pazarın hemen yanında turistleri düşünerek yapılan banklarda oturup kahvaltımızı yaptık. 

Borough Market
Marketin hemen karşısında, Londra'daki her sokağın köşesinde rastlayabileceğiniz Pret a Manger zincirlerinden vardı yine. Oradan 1 pounda kahvelerimizi de aldıktan sonra Natural History Museum'un yolunu tuttuk. Bu müze adı üstünde gerçekten dünyadaki tüm doğal ve tarihi olayları bünyesinde toplamış. İnanılmaz bir dinazor fosili koleksiyonu vardı, ve hayatım boyunca dinozorların bir fanteziden ibaret olduğunu düşünen ben, onların bir zamanlar bu dünyada yaşamış olduğuna gerçekten inandım. Çocuklar için de bazı bölümler vardı müzede. O kısımları hızlı hızlı geçip, ilgimizi çeken enteresan bölümleri birkaç saatte hızlandırılmış programla bitirdik.

Natural History Museum
Müzeden çıktıktan sonra Notting Hill bölgesine gittik. Burası sakin, huzurlu ve biraz kalburüstü kesimin yaşadığı bir bölge. Portobello market de burada yer alıyor. Ara sokaklarda ve market boyunca yürüdük. Huzurlu hava ve çiçek açan ağaçlar ile beraber bir mutluluk doldu içime burada benim. 

Portobello Road Market
Gün batarken, akşam yemeği için Covent Garden/Soho civarlarına gittik yine. Bu akşamın süper seçimi ise müthiş bir pizzacı oldu: Franco Manca. İtalya'nın muhtelif şehirlerinde bir çok pizzayı denemiş kişiler olarak bu pizzaya gerçekten bayıldık. Burada pizzanın hamurunu "sourdough" yani bizim ekşi hamur mayası dediğimiz mayadan yapıyorlarmış. Hamur fırından çıktığında bile yumuşacık ve inanılmaz lezzetliydi. Hatta bunu yerken sevgilim dedi ki, şimdi neden evde pizza yapmayı beceremediğini daha iyi anlıyorum :) O kömür fırınlarından evde olsa ben bundan daha iyisini yapardım ama, neyse.. :) Yine de itiraf etmeliyim yediğim en iyi pizzalardan biriydi.
Franco Manca
5.Gün

Artık dolaşmayı hedeflediğimiz müzeler bittiği için görmediğimiz Brick Lane bölgesine gidelim dedik bu sabah. Burada da minik bir pazar vardı. Bu hudutta daha çok Bangladeşliler yaşıyormuş, biraz eski, biraz da karanlık bir bölge gibi geldi bana nedense. Ama Brick Lane marketi de görmeden dönmeyelim dedik. Markette biraz dolaştıktan sonra merkez bölgeye geri dönüp Buckhingham Palace'taki asker değişimi ceremonisini izlemeye gittik. Aman allahım, nasıl bir kalabalık! Millet birbirinin üzerine çıkıyor 2 saray askeri görücem diye.  Biz burada çok durmayıp, Hyde Park'ta çimler üzerinde yatarak güneşin tadını çıkarmayı tercih ettik tabii ki. 
Hyde Park
Zaten akşamüstü Edinburgh'a gidecek trenimiz vardı. Londra'nın  havasını Hyde Park ve Knightsbridge bölgesinde tadını çıkara çıkara dolaşarak soluduk. Akşamüstü trene binmek için gittiğimiz Kings Cross St. Pancras istasyonunda ise Harry Potter'da Hogwarts'a giden platformu görücem diye heyecanlanmıştım. Ta ki,  platformun önünde fotoğraf çekilmek için bekleyen kuyruğu görene kadar. Uzaktan bir fotosunu çektim ama :)



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder