13.02.2015

Falkirk, Linlithgow, Loch Katrine. Ve... Iskoçya'nın inekleri :)


Geçen haftasonu İskoçya'nın kırsal bölgelerinde değişik mi değişik iki gün geçirdim. Bir de, evet yanlış okumadınız, gerçekten İskoçya'nın inekleri bir başka! :)

Birleşik Krallık'ta okuyan yabancı öğrencilere yönelik gönüllü bir oluşum kurulmuş vakt-i zamanında: HostUK. Bu organizasyon kapsamında yabancı öğrenciler, Birleşik Krallık'ta yerleşik olan bir ailenin yanında bir haftasonu geçirip hem farklı bir deneyim yaşama hem de İngiliz kültürünü yakından tanıma şansına sahip oluyorlar. Ben de bu program sayesinde geçtiğimiz haftasonu Bo'ness kasabasında oturan 60lı yaşlarında akademisyen bir çifti ziyarete gittim.


Dr. Austin Reid aslen Kuzey İrlandalı. Amsterdam, Hong Kong, Zambia, Berlin gibi şehirlerde yıllarca akademisyenlik yaptıktan sonra emekli olup kendini kilise, hayır işleri, kasaba hayatı vs. gibi gündelik olaylara vermiş. Eşi Virginia ise aslen Meksikalı. Benim okulum da dahil olmak üzere birkaç okuldan doktora derecesini almış. O da yıllarca akademisyen olarak çalışıp emekli olduktan sonra, 2 yıl psikolojik danışmanlık eğitimi almış. Şu anda, psikolojik desteğe ihtiyacı olan kişilere danışmanlık sağlıyormuş.

Bo'ness Edinburgh ve Glasgow'un arasında bir yerlerde kalan, aslen Falkirk'e bağlı küçük bir kasaba. Ben de Bo'ness'e en yakın tren istasyonu olan Linlithgow'a iniyorum ve beni araba ile alıp Falkirk Müzesine götürüyorlar önce. Falkirk'ün tarihini şöyle bir öğrendikten sonra, yemek yemek üzere eve dönüyoruz.

Dr. Virginia ve Austin Türkiye'yi defalarca ziyaret etmişler, hatta Marmaris'te de bir daireleri varmış. Emekli olduktan sonra o eve temelli yerleşmeyi uzunca bir süre düşünüp, Türkiye'nin gidişatının kendileri için çok parlak olmayacağını düşünerek vazgeçmişler. Burada itiraf etmem gereken bir şey var: Dr. Austin Türkiye tarihini benden daha iyi biliyor! Sorduğu bazı detay tarihi sorulara cevap veremediğimde kendimi nasıl hissettiğimi tahmin edersiniz...
Linlithgow Palace

Bu muhabbeti keyifli çiftle, öğle yemeğinden sonra Linlithgow Palace'ı görmeye gittik. Burası da İskoçya'daki birçok kale gibi geniş yeşil bir vadinin ortasında ve göl manzaralı bir konumda bulunuyor. Göl etrafında, Linlithgow Palace manzarası eşliğinde oksijeni ve huzuru içime çeke çeke bir tur atıp kendime geldim. :)

Linlithgow Palace
Linlithgow Gölü
Ertesi sabah da kendi başıma trenle gelemeyeceğim doğal güzellikleri göstermek için arabayla gezintiye çıkardılar beni. Bu yolculukta en çok hafızamda kalanlardan biri, aylardır görmek istediğim ama bir türlü görme şansını yakalayamadığım kızıl ve tüylü iskoç ineklerini doğal ortamlarında görmem oldu. İskoçlar bu ineklere "coo" diyorlarmış. Hatta daha sevimli olsun diye genel olarak "hairy coo" (kıllı inek olarak çevirebiliriz:)) diye hitap ediyorlar. Benim inekleri gördüğümde verdiğim tepkiyi duyduğunda Dr. Austin arabayı bir kenara çekti ve onların fotoğrafını çekebildim böylece. Baksanıza, nasıl şirinler değil mi?? :)

Hairy Coo
Callander kasabasına çok yakında bulunan göl Loch Lubnaig'in eşsiz manzarası da unutulmazlardan biriydi. Burayı görür görmez aklıma yağlı boya tablolarını andıran kartpostal manzaraları geldi. Babam o kartpostalları yağlı tabloya dönüştürmeye bayılır. Onun yapması için de birkaç poz çektim. Dr. Virginia da buraya en son babası ile gelmiş, babası daha sonra rahmetli olmuş. O da babasını hatırladığını ve buraya tekrar gelmenin kendisini nasıl iyi hissettirdiğini söyledi.

Loch Lubnaig
Loch Lubnaig

Son durağımız Loch Katrine'di. Lubnaig'den sonra burasının efsane olacağını bekliyordum aslında, biraz hayal kırıklığına uğramış olabilirim. Ama bunda, Katrine devasa bir göl olduğu için çevresinde tur atma şansımın olmamasının da büyük payı var sanırım. Buradaki hediye dükkanından sevimli mi sevimli bir Hairy Coo anahtarlığı aldım ama, belirteyim de. :)

Loch Katrine

Kelpies, Falkirk
Dönüş yolunda beni Edinburgh'a dönmek üzere Linlithgow tren istasyonuna geri bırakacaklardı. Yol üstünde, Falkirk kasabasını son 1-2 yılda oldukça meşhur yapan "Kelpies"heykellerini de görmek istediğim için oraya da uğradık. Heykel sayılmaz aslında modern sanat diyebileceğimiz aşırı devasa 2 adet at. Dr. Austin bunlara gereksiz para harcamanın ne kadar saçma olduğunu söylese de ben oldukça fotografik buldum. Bir de tam gün batımınına denk geldiği için metal atlar bayağı görkemli göründü gözüme. Ama düşününce hakikatten böyle küçük ve alakasız bir kasabada, sırf turist çekmek için bu denli masraf biraz saçma bence de. :)

The Kelpies
Bir başka İskoçya macerasında görüşmek üzere...

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder