26.06.2015

En sağlıklı kahvaltı alternatifi: Yulaf Lapası (Porridge)


Edinburgh'daki ilk aylarım çevremdeki herkese, her şeye, tüm farklılıklara, benzerliklere dikkat etmekle geçti. O zamanlarda en çok ilgimi çeken karakterlerden biri ise eski yurdumda aynı katta kaldığım Avusturalyalı bir kızdı. Daha doğrusu kadın, hatta ayıp olacak ama teyze de diyebilirim. Neyse ismi ile hitap edeyim en iyisi, Harriet. Yaşını hiçbir zaman söylemedi ama en az 45-50 yaşlarında olduğunu tahmin ediyorum kendisinin. Gerçi bir 60 rahat gösteriyor. Yok yok 60 değildir ya?! Buraya doktora değişim programıyla bir yıllığına gelmiş Harriet. Doktora konusu Kaptan James Cook'un maceraları ile ilgili sofistike bir şeydi ama detayını unuttum yalan söylemeyeyim şimdi. Özet olarak sanat tarihi diyelim.

Harriet'in karakteri ile ilgili bir destan yazabilirim buraya inanın. Ben böyle ilginç bir insan görmemiştim daha önce. Yurtta sohbeti en keyifli insanlardan biriydi ama. Hatta itiraf edeyim odada canım sıkıldığında mutfağa gitsem Harriet'i görsem de ilginç muhabbetler yapsam diye düşündüğüm anlar da oldu bazı bazı. Zaten o da sürekli mutfakta takılırdı sosyalleşmek için. Hiç unutmuyorum bir gün örgü örerken gördüm onu mutfakta. 20li yaşlarının başındaki bebe Çinliler etrafa yağları sıçrata sıçrata chili kızartırken Harriet sakince koltukların birine oturmuş örgü örüyordu. Hatta daha çok dantelimsi bir şey. Dayanamayıp sordum. "Hayırdır yeni hobi mi edindin?" Evet örgü topluluğuna üye oldum dedi. Okulda bir de örgü topluluğu varmış! Baya şaşırmıştım duyduğumda. :)  Topluluktaki insanlar her hafta bir gün bir kafede toplanıp beraber sanatlarını icra ediyorlarmış.  Harriet de bir dantel modelini bir türlü beceremeyip 3-4 defa bozup bozup yeniden denemiş, bana onu anlattı. O akşam da kafe organizasyonundan geliyormuş zaten. Baya sakinleştiriyormuş onu cafede oturup örgü örmek. Daha sonra Viski topluluğunun bir organizasyonunda, çok çok daha sonra ise bir okul gezisinde gördüm onu.

Harriet tüm ilginçliklerinin yanında, beni yulaf lapası ile tanıştıran insan. Her sabah aynı saatlerde mutfakta karşılaşırdık onunla. Ben burda bulabildiğim tek çeşit beyaz peynir ile Türk usulu kahvaltımı hazırlarken o sadece yulaf ve sütten oluşan porridge'ini yer ve sade kahve içerdi. Ne zevksiz bir kahvaltı şekli diye düşündüm itiraf edeyim. Daha sonra fark ettim ki neredeyse İskoçya'da herkes kahvaltıda porridge yiyormuş. Ne zevksiz millet diye düşündüm. Güzelim beyaz peynir, zeytin, domates üçlüsü varken hangi kahvaltı daha cazip gelir ki insana?

23.06.2015

Çatallar Bıçaklara Karşı


Bir belgesel izledim hayatım değişti... Desem yalan olmaz, ama tam doğru da değil. Geçen hafta izlemiş olduğum 2 farklı belgeselden bahsedicem kısaca. Biri "Hungry for Change" diğeri de "Forks over Knives". Bu belgeselleri nasıl buldum, nerden çıktı bu merak kısaca anlatayım.

Özellikle son 3 aydır projeler, finaller, stres, Edinburgh'da son 3 ayım, aman görmek istediğim yerleri görmeden dönmeyeyim, sonrasında gezmeceler derken aşırı yeme olayının son noktasına geldiğimi hissettim. Hatta son nokta dediğim an Isle of Skye'da ( söylemeden geçemiycem, muhteşem ötesi bir yer, yakında gezinin detaylarını da yazacağım buraya, inşallah maaşallah:)) bir akşam yediğim taze deniz ürünlü makarnanın üzerine, yatmadan önce kocaman bir "sticky toffee pudding"i mideye indirmem dolayısıyla gece karın ağrısı eşliğinde terleyerek, kabuslar görerek uyanmamla başladı. Sonrasında hemen moda giremedim tabi, tatil devam etti. Tatilin de anlamı değişik yerel lezzetler denemek benim için tahmin edersiniz.

Sticky Toffee Pudding

Tatil bitiminde hemen 5 günlük bir detoks diyetine başladım. 5 gün boyunca hiçbir şekilde tuz, un, şeker hatta et de olmadan yalnızca çiğ sebze-meyve ve baklagillerle beslendim. O 5 günde hissettiğim mutluluğu, enerjiyi ve huzuru gerçekten anlatamam. Öyle ki, tatil sonrası sendromu bile yaşamadım. :) İlk önce düşük kalorili beslenmenin getirdiği vicdan rahatlığı diye düşündüm ama sonrasında farkettim ki yediklerim gerçek anlamda psikolojik olarak beni çok etkiliyordu. Bu ani değişim fizyolojik hatta kimyasal bir şey olmalı diye düşündüm ve biraz araştırdım. Bu konuda yazılmış binlerce makale, blog, kitap var. Özellikle şekerin, hatta işlenmiş gıdaların vücudumuza ne şekilde zarar verdiğini, sürekli acıkmayı nasıl tetiklediğini, hızlı yaşam biçimimizin bizi bunlara nasıl bağımlı yaptığını, biz kadınların çikolata krizleri neden oluyor, fast food zaafı nasıl oluşuyor vs gibi durumların bilimsel açıklamalarını okudum. İlk adım olarak da kola, fanta, kutuda şişede satılan meyve suları gibi tamamı şekerden ibaret içecekleri hayatımdan çıkardım.

İşte yazımın başında bahsetmiş olduğum bu iki belgesel de özet olarak bunları ele alıyor. Biri tamamıyla vegan beslenme biçimi öneriyor uzun süreli sağlık için, hatta özellikle diyabet, kalp ve kanser hastaları için. Diğeri de şekeri ve işlenmiş gıdaları hayatımızdan çıkarmadan kalıcı kilo veremeyeceğimizi açıklıyor nedenleriyle birlikte. Diyet yapıp yapıp zayıflayamayan kadın sorunsalının baş kaynağı bu "diyet" etiketi altında satılan düşük kalorili ama bol şekerli yiyecek ve içecekler. Biliyordum aslında ama pek uygulamıyordum; bu belgeseli izleyince ciddi anlamda ikna oldum. 

Özellikle vegan beslenmek Türkiye'de imkansız gibi bir şey. En basitinden normal süt yerine soya veya badem sütü almaya kalksanız fiyatı 2 katı. Toplum olarak yeme alışkanlıklarımız da börekler, baklavalar, kıymalı pideler ve tabii ki yoğurt çevresinde şekilleniyor genelde. Börekten baklavadan tamamıyla vazgeçemem elbette, hele yoğurtsuz,peynirsiz bir hayat düşünemiyorum ama vejetaryen ağırlıklı ve işlenmiş gıdalardan uzak bir yaşam biçimi benimsemek için önümde bir engel yok. Ve bu değişim sağlıklı ve enerjik bir hayat için en önemli adımlardan biri olacak bence.

Bu sebeple, artık blogda çoğunluk vegan-vejetaryen tariflere yer vermeye karar verdim. Bloga yazma motivasyonu olduğunda ben de daha hevesli oluyorum o yemekleri yapmak için. Bir de İngiltere'de, özellikle Londra'da inanılmaz bir vegan akımı var vee çok başarılı tarifler üreten blog yazarları var. Kitaplarından da aldım birinin. Tüm süpermarketlerde restoranlarda glutensiz, vegan, dairy-free birçok ürün ve yemek çeşitleri de var. Ama bizim ülkemizde henüz bu kadar popüler ve yaygın değil, ucuz da değil haliyle. Döndüğümde daha zor olacak benim için bunu uygulamak ama vazgeçmeyeceğim.

Tariflerim çok yakında gelecek, denemelere başladım bile. Ama şu tez yazış süreci tüm yazma enerjimi de sömürmüyor değil! Neyse gerekli enerjiyi meyve-sebzeden alacağız artık.. :)