29.03.2014

Dünyanın lezzeti bir başka...Part.2 Hindistan


Bu hafta benim için yenilikler ve değişimler haftası. Gariptir ki, ülkemiz için de. Pazartesi sabahı nasıl bir güne uyanacağız acaba diye düşünmekten kafayı yemek üzereyiz ülkecek. Herkes nefesini tutmuş yarının bitmesini bekliyor. Ben de ülkemizin nasıl bir geleceğe gittiğini az çok tahmin edebileceğimiz bu Pazartesi sabahı işyerimde yepyeni bir ortamda çok farklı bir göreve başlıyorum. Bu yeni iş durumum aslında bir süredir istediğim ve transfer olmak için oldukça çabaladığım bir şeydi. Biraz şans, biraz azim, biraz da yöneticilerimin anlayışıyla benim için olumlu sonuçlandı çok şükür.

Yeni işime başlamama bu kadar az kalmışken, herşeye Fransız kalmamak adına birçok dökümanı okuyup anlamaya çabalıyorum bu haftasonu. Bir çok işte olduğu gibi bu iş de derya deniz, çık çıkabilirsen! Ama zevk alıyorum enteresan bir şekilde. Çoğu insana sıkıcı gelebilecek bir çok şeyden zevk aldığım gibi... Veya birçok televizyon dizisinde hatta reklamlarda da dalga konusu olan belgesel izleme ve uzak doğu filmleri seyretme olaylarından da inanılmaz haz duymam gibi.. Hem kafamı hem midemi tıka basa doldurmaktan zevk alıyorum aslında, sanırım tek cümle ile özetim bu :)

Uzak doğu demişken...


Sevgilimle bundan sonra daha sık yapalım dediğimiz dünya yemeği konseptli haftasonu sofralarından bir diğerini de geçen hafta hazırladık. Bu sofra için inanın tüm hafta aklıma geldikçe araştırma yaptım. Zira en zorlu mutfaklardan birine adım atmak üzereyiz. HİNT MUTFAĞI! Bizim gibi baharat-sever ülkelerden biri Hindistan. Ve araştırdıkça gördüm ki, aklınıza gelebilecek her şeyin içine, (çorbasından tatlısına, meyvesinden, kokteyline kadar) deli gibi baharat koyup hepsini lezzet bombasına dönüştürmeyi başarıyorlar.

27.03.2014

Tarihe not

 
Seçimlere 3 gün kaldı. Bu seferki herhangi bir yerel seçim değil, derin devletlerin, paralel devletlerin çarpıştığı, tapelerin patladığı, her yeni güne yeni bir skandalla uyandığımız günlerin yaşandığı bir dönem. Twitter'a, Youtube'a erişimin yasaklandığı bir dönem.

Evet! Geçen hafta Twitterın kapatıldığı yurdumda, bugün de Youtube kapatıldı! Neden mi? Son 4 aydır devam eden güçler çarpışmasında bugün çıta daha da artırılarak ülkeyi savaşa sürükleyecek bir tape yayınlandı. Hükümet de çareyi tapelerin anında tüm ülkeye yayılmasına sebep olan Youtube'a erişimi kapatmakta buldu. Tapeyi sızdıranlar mı, bu skandalın üzerini örtmeye çalışanlar mı, yoksa başlıbaşına skandalın aktörleri mi daha suçlu, yanıt bulmakta zorlanıyorum...

Çevremdeki herkes ama herkes seçimlerde belediyelerin şehirlere ve ilçelere ne gibi katkılar sağlayacağından, hangi projelerin yapılacağından geçmiş, yalnızca insani haklarımızı kaybetmemek için oy kullanmaya gidiyor. Önümüzdeki 3 günden inanın delicesine korkuyorum. Daha ne kadar ileri gidilebilir, hasırlar altından daha neler çıkabilir, ülkenin geleceği nereye gidiyor, çok endişeleniyorum. Bu günler de geçecek elbet. Geçmeli. Birilerinin çok canı yanacak oldukça net. Umarım bu sefer canı yanan taraf savaşa sürüklenen kocaman bir ülke değil, masum küçük çocukların aileleri değil, gerçekten cezalandırılması gereken suçlular olur.

Yazacak, söyleyecek, bağıra bağıra konuşulacak o kadar çok şey var ki... Ancak eninde sonunda "birileri" nasıl olmasını isterse öyle oluyor 77 milyon nüfusa sahip bir üçüncü dünya ülkesindeki her şey. 3-5 adamın 10-15 dk kadar konuşup yüzlerce insanın öldürülmesine karar vermesi kadar basitmiş aslında durum! İçim acıyor gerçekten... Öfkeyle doluyum. Bugün hepimizin oturup ağlaması gerekirken ofiste hep birlikte başbakanın ses kısıklığına gülmekten kendimizi alamadık. Neden mi? Umut yeşertecek bir sebep aradığımız şu günlerde her şeye rağmen gülecek bir neden bulabildiğimiz için. Bu Pazar günü yalnızca gülecek nedenlerimizin çoğalmasını istiyorum, çok şey değil.

Bundan yıllar sonra bu satırları yeniden okuduğumda umarım daha güzel bir Türkiye'de yaşıyor oluruz. Daha özgür, daha demokratik, barış ve birlik içinde, fakirin zenginleştiği, zenginin bencilleşmediği, insanların "insan" sayıldığı bir ülkede.. Yıllar yıllar geçmeden bu hayalimin gerçekleşmeyeceğinin de bilincindeyim ne yazık ki..

Allah sonumuzu hayır etsin.

23.03.2014

Yeryüzünde bir cennet: Plitvice Gölleri, Hırvatistan


Bu ayın başında yaşadığım Zagreb macerasını şu yazımda yazmıştım.

Zagreb'de geçirdiğim 3 gündeki en nefes kesici deneyim, dünya genelinde "Yeryüzü cenneti" olarak anılan Plitvice Göllerine ayırdığımız bir tam gündü. Unesco'nun da Kültür Mirası listesine aldığı bu inanılmaz doğal parkı herkese ŞİDDETLE ama şiddetle! tavsiye ediyorum.. Ölmeden önce görülmesi gereken yerlerde ilk 100'e çok net girer.


Zagreb'den Plitvice'ye otobüsler kalkıyor. Şu bildiğimiz şehirlerarası otobüs terminalinden kalkanlardan. Plitvice Zagreb'e göre biraz daha güneye doğru, Bosna Hersek sınırına yakın bir bölgede. Otobüsün fiyatı tek yön 100 kuna yani 40 TL ve yolculuk 2,5 saat sürüyor. Biz de sabah 10:30 otobüsüne binip 13:00'de Plitvicedeydik. Havanın biraz kapalı ve sisli olmasından dolayı baya tereddüt ettik gidip gitmeme konusunda, ancak giderek hayatımızdaki en doğru kararlardan birini vermişiz diye düşündük sonrasında.

20.03.2014

Dünyanın lezzeti bir başka...Part.1 Meksika


Günlerce, aylarca, vaktimin çoğunu harcadığım canım blogumda bir tanecik sevgilimden de bahsetmem gerekiyor sanırım artık. :) Biraz utanıyorum aslında ne yalan söyleyeyim... Özel hayat çok özel kalmalı mantığında bir insanım yıllardır. Ama sevgilim hayatımın büyük kısmını, yok yok..aslında, her anını güzelleştiren, özelleştiren; tüm saçma isteklerimi mantıksız bulsa da, sırf ben mutlu olayım diye yerine getiren (trip atmıyım diye mi demeliyim?:)) özel mi özel bir adam. Onu daha fazla içimde saklı tutamıycam sanırım. Ohh yazdım rahatladım!..

Beraber geçirdiğimiz zamanlardaki en büyük zevklerimizden biri de tahmin edebileceğiniz üzere yemek yemek! Çoğu insan onun çok şanslı olduğunu düşünüyor, çünkü benim yılmadan, yorulmadan büyük bir aşkla yaptığım mutfak denemelerimi tadan yegane insan, "o" :) Ama itiraf etmeliyim, o olmasa bu kadar şevkle deneyemezdim mutfaktaki lezzet keşiflerini. Ondan başkası da bu kadar anlamazdı herhalde içimdeki bu hevesi... Gerçekte, asıl şanslı olan benim. :)

Sevdiğinle paylaşmadığında, yapılan yemek ne kadar lezzetli olursa olsun yavan kalır bana göre. Zaten yemek, insanları birleştiren evrensel bir gerçek değil mi? Ailelerin, gün içinde ne olursa olsun her akşam yemek sofrasında buluşmaları gibi.. Veya kalbini kırdığın bir arkadaşının gönlünü almak için ona güzel bir kahve ısmarlayıp özür dilemen gibi... Ya da sevgiliyle geçirilen özel bir anın daha da özelleşmesi gibi...

Sevgilimin en çok sevdiğim yönlerinden biri de yeniliklere, hatta ve hatta farklı lezzetlere benim kadar düşkün olması. Geçen yaz Moğol mutfağından Thai'ye, envayi çeşit Japon restoranından Hint mutfağına kadar, İstanbul'da denemediğimiz dünya restoranı kalmadı. Ancak büyük hayal kırıklığıyla söylemeliyim ki, hiçbirine yeniden gidelim diye düşünmedik daha sonra. (Hımm..düşündüm de.. Belki de bir Japon restoranına tekrar gitmişizdir ;))



Bu haftasonu kahvaltı yaparken, televizyonda her hafta yayınlanan bir seyahat programındaki, sürekli gömleğini kemerli pantolonunun içine sokan amcaya denk geldik yine. Meksika'yı tanıtıyordu. Sevgilim dedi ki, "Artık dünya mutfağına da girmen gerekiyor, bu hafta Meksika'dan başlayalım mı ne dersin?"

16.03.2014

Zagreb'de 3 gün...


Avrupa Birliğine henüz yeni girmiş olan Hırvatistan’ın başkentine yolum düştü geçenlerde. “Geçerken uğradık” der gibi oldu bu giriş cümlesi yav :) Yanlış anlaşılmasın, tabii ki her yurtdışı seyahati gibi uzun süren bir uçak bileti, otel rezervasyonu, hatta vize başvurusu süreçlerinden azimle geçiverdim 3 günlük tatilim için.

Zagreb de bir çok şehir gibi iki bölüme ayrılmış, Gornji grad (Upper Town) ve Donji grad (Lower town) olmak üzere.. Orta Çağ’dan kalan eserlerinin çoğu upper town bölgesinde bulunuyor. Zaten her iki bölge de birbirine çok kısa yürüme mesafesinde olduğu için bu şehre bir gün yeter diyorum. Şaşırdınız dimi! :) Ama Hırvatistan için aynı cümleyi kuramam.. Zira bu ülkede beni benden alan asıl yer Zagreb'de değildi...

St Stephen's Katedral
Zagreb'e geri dönecek olursak, kentin merkezinde, zamanında büyük savaşlara imza atmış büyük asker Jelacic'in heykeli bulunuyor. Jelacic meydanının bir yanı cafe-dükkan-magazalarla dolu Ilica caddesi (Bizim İstiklalin aynısı diyebilirim), bir yanıysa şehrin en görkemli yapısı St. Stephen Katedraline çıkan sokak. Katedralin karşısındaki dar sokağa girdiğinizde pazar yeri Dolac, oradan da hareketli cafe-barların bulunduğu Tkalciceva Caddesine çıkabiliyorsunuz.


11.03.2014

Oh la la! Bouchons au thon


Sevgili okuyucular,

Siz bu satırları okurken ben çok da uzaklarda olmayacağım.. Zira ikinci bir emre kadar iş-ev-ev-iş arası mekik dokumak dışında bir aktivitem olmayacak gibi görünüyor. (Aslındaaa.. itiraf etmeliyim; bloguma odaklanmam için aylardır aradığım fırsat da buydu ;))

Geçtiğimiz 2 haftasonu şehir dışında olmam sebebiyle ve içime sinecek bir sayfa dizaynı yapmak için gecelerce uykusuz kalmamdan mütevellit 1 kelime dahi yazamadım canım bloguma. Kendime çok kızgınım! 



Geçen haftasonu İzmir'e ailemi ziyarete gittim. Bir renk, bir cümbüş.. Sevdiklerini az görünce görüşülen tek gün bile deli gibi kıymetli oluyor. Halbuki onlarla beraber yaşıyor olsam kesin her gün kavga ederdik. Belli bir yaştan sonra aileyle aynı evde yaşamak hayatın en zor sınavlarından biri gibidir. Bense şimdiye kadar bu sınava tabi tutulacak kıvama gelmedim hiç, çok şükür.. Sanırım bu sebeptendir bir araya geldiğimiz kısıtlı zamanlarda aramızdan su sızmaması. :)