5.11.2014

Remember remember the 5th of November...


V for Vandetta filmini izleyenler bilir. 17. yüzyılda İngiltere Parlamentosunu uçurmak için düzenlenen barut komplosunda Guy Fawkes adlı bir asker görevlendirilmişti ve tam binayı havaya uçuracağı gün yani 5 Kasım günü, yakalanmıştı. İngilizler o günden beri her sene İngiltere'nin bu komplodan kurtuluşunu kutluyormuş havai fişeklerle ve yakılan barut fıçılarıyla.. Bugün yeni bir şey daha öğrendim! :)

Akşam da Calton Hill'e şu kutlamalar nasılmış bakalım diye izlemeye gittik. Aman ne kalabalık! Çoğu bizim gibi meraklı öğrencilerdi tabii ki, İskoç yerlilerden bir tanesinin bile orada olduğunu zannetmiyorum. Calton Hill'in manzarasına bayılıyorum ama, bir de gece manzarasını da görmek için gittim biraz da. Biraz uzaktan ardı ardına atılan havai fişekten başka bir coşkusu olmadı bu gecenin benim için, bir de Calton Hill'in eşsiz gece manzarası tabii ki...

Bugünü ben de gerçekten unutmayacağım çünkü Edinburgh'un gerçek soğuğuyla ilk kez bugün tanıştım. Bere taktığım halde saçlarımın açıkta kalan kısmını ellediğimde ellerimin üşümesi gibi garip durumlarla karşılaştım odaya geldiğimde. Bu kış çok fazla çorba tarifi yazacağım gibi duruyor. Sanırım tatilde eve gittiğimde de ilk işim tarhana getirmek olacak! :)


Dün akşam elde kalan malzemelerimle yapmış olduğum müthiş çorbanın tarifini yazmaya pek niyetim yoktu aslında, ama o kadar lezzetli olunca herkesle paylaşmam gerekmeli diye düşündüm. Bizim yurttaki Avustralyalı kız da biraz tadına baktı ve çok beğendi. Eh bana da tarifi yazmak kaldı işte...

2.11.2014

Sütte Balık ve kuzey ayazında cadılar bayramı


Gelmeden önce Edinburgh'un ayazı da rüzgarı da insanı çarpar dedilerdi de pek umursamadıydım. Son 2 haftadır sürekli bir halsizlik, kırgınlık, baş ağrısı, boğaz ağrısı, mide bulantısı vs. şeklinde devam eden muhtelif üşütme sonrası semptomlarının hepsini gördü şu biçare bedenim. Gurbette hasta olmak bayağı zormuş! 

Avrupalı ve Amerikalı gençlere ilişkin en ufak bilgisi olan herkesin tahmin edebileceği üzere, her özel günü bahane edip sürekli "Let's party guyss!!" modunda dolaşan genç ve dinamik sınıf arkadaşlarım dün akşamki çılgın Cadılar Bayramı eğlencelerinde pek tabii garip kostümler giyip partilerden partilere koştular. Bense, boğazıma şalımı güzelce dolayıp, bardaklarca ılık limonlu-ballı su yudumladıktan sonra müzik filan dinledim odada. Bir daha hayatımda Cadılar Bayramı partisi görür müyüm? Pek sanmıyorum. Bu "çılgın!" deneyimi kaçırmak pahasına da olsa sonunda zihnimi ve bedenimi dinlendirmeyi başardığım için bugün iyileşerek ödüllendirildim ama:) Çok şükür!

Şimdi de kendimi ödüllendirme zamanı. :) Sabah sporumu yaptıktan sonra odaya dönerken 2 adet motivasyon vardı elimde. Biri favori fırınımdan aldığım kahvaltılık leziz İskoç ekmeği, diğeri ise Kuzey denizinde balık avına çıkan balıkçıların günlük getirdiği tazecik morina balığı.


Şimdiyse bugünkü ikinci motivasyonumu pişirme vakti geldi.
Hepimize afiyet olsun :)

27.10.2014

Tatlı şeyler ve diyet.İki azılı düşman. Bir de...Muzlu Müsli Kurabiye


Yeni lezzetler denemeyi mi daha çok seviyorsun pişirmeyi mi diye sorsanız; cevap veremem herhalde. Edinburgh'a geldiğimden beri de yolda yürürken pastahanelerin camlarında gördüğüm birbirinden lezzetli görünen kurabiyeler,pastalar, hamur işleri ile beraber; marketlerde yer alan envayi çeşit değişik çikolatayı denememek için kendimi zor tutuyorum. Çok tutabildim mi peki? Şimdiye dek hayır. Ama ne yapayım ya! Kaldığım yurdun 2 sokak ötesinde öyle bir yer var ki, tüm tatlıları özellikle de Ekler'i inanılmaz lezzetli yapıyor. Adını da yazayım, Edinburgh Baking House. Çok orjinal bir isim değil zira. Ama küçük esnaf sevdam burda da tam gaz devam. :)

Hele bir de süpermarketlerdeki Cadbury marka çikolatalar yok mu! Cadbury çikolatalar Türkiye'de satılmıyor artık sanırım. Burada ise en çok satılan çikolata markası. Çocukluğumdan hatırlıyorum ben bu markayı. Hatta ilk hafta çocukluğumun favori çikolatalarından "CRUNCHIE"yi markette gördüğümde çığlık atıyordum neredeyse. Bir ürün Türkiye'de raflarda yer almamaya başladığında onu artık üretmiyorlar sanıyoruz ama çok yanılıyoruz. Deli deli üretiyorlar işte! Hem de çok yakınımda!! Offf crunchie!! Bunca yıl neredeydin?

Ama burada zayıflayıp forma gireceğime dair söz verdim kendime. Bu sebeple içimdeki bu tatlı isteğini bastırmak için, light mı light diyet mi diyet bir tatlı pişirip, gönül rahatlığıyla mideye indirmeyi tercih ediyorum.  Aferin kızım Vişne böyle devam.. (Umarım!)

Bugün pişirdiğim kurabiye inanılmaz lezzetli ve masum minik bir ara öğün formatında.  Yanına da güzel sütlü bir kahve... Alın size motivasyon! Çocukluk aşkım Crunchie'me şimdlik veda ediyorum; Türkiye'ye dönerken bavula birkaç kilo sıkıştırmak üzere. Şaka şaka... O kadar da değil! Çocukken bayılıyordum ama şimdi çok değil, az bayılıyorum. :)


Muzlu Müsli Kurabiye

(18-20 adet)

23.10.2014

Bulgurlu Taze Soğanlı Yeşil Mercimek


Edinburgh'a gelişimin 5. haftasındayım. Zaman ne kadar da hızlı geçiyor!

Bir o kadar da yavaş aslında... Çünkü sürekli sevdiklerimi ve Türkiye'de geçirdiğim güzel zamanları özlüyorum. Döndüğümde sevdiklerimle yapacağım aktiviteleri düşlerken buluyorum kendimi çoğu zaman. (Özellikle de ders sırasında :P) Böyle hüzünlü anlara düştüğümde tabii ki geleneksel bir yemek yapıp özlemi hafifletmek en kolay çözüm oluyor :)


Ne tuhaf değil mi? İstanbul'da da Avrupai ve Amerikanvari mutfaklara merak salmıştım. Burada ise sürekli mercimek köftesiydi, kısırdı, sarmaydı, normalde aklıma gelmeyecek hangi geleneksel Türk yemeği varsa canım çekiyor. Geçenlerde Türk malları satan bir market keşfedip bilindik Türk markalarından bir çay gördüğümde nasıl mutlu oldum anlatamam :) Aman Allah'ım! İyiden iyiye gurbetçi moduna mı giriyorum ne?  Tehlikeli! Neyse bu fırsatı değerlendirip sevgili blogumu birazcık geleneksel lezzetlerle donatırım ben de dimi ama?

13.10.2014

Inverness, Loch Ness Gölü ve Urquhart Kalesi


İskoçya'ya gelip de Highlands'e gitmemek olur mu? İşte ilk öğrenci işi gezim.

Geçtiğimiz haftasonu günürbirlik yapmış olduğum ufak Highlands gezisi ile ilgili azıcık yazı, birazcık fazla fotoğraf koymaya karar verdim. Uzuuun uzun yazdıklarımı kimse okumuyor zaten, biliyorum :)

Inverness-Edinburgh arası otobüsle 3-3,5 saat arası sürüyor. Inverness'e direkt giden tren de var. Hatta tren istasyonu Inverness'in en merkezi yerinde bulunuyor. Bir daha gidecek olursam treni tercih edebilirim. Gidiş-dönüş toplam 7 saati otobüste geçirmiş olmama rağmen fena bir tur değildi, ama daha iyi olabilirdi tabii ki. En azından sabahtan deli gibi kapalı ve yağmurlu olan hava, 3-4 saat sonra kendini tertemiz ve güneşli bir gökyüzüne bıraktı. Buna da şükür! :)

Inverness Kalesi


3.10.2014

Bisiklet Günlüğü: İstanbul'dan indim Edinburgh'a..


Öğrenci moduna girer girmez yıllardır hayalini kurduğum "Avrupa ülkesinde bisikletle dolaşma" olgusunu gerçekleştirmek için kolları sıvayıp Edinburgh'da nasıl bisiklet kiralanır, öğrencilere ne gibi kolaylıklar sağlanır iyice araştırdım. En temiz ve ucuz yolun 2. el bisiklet almak olduğunu ve kaldığım yurdun hemen 100 metre ötesinde 2. el bisiklet satan büyük bir bisikletçi olduğunu öğrendiğimde yaşadığım şaşkınlığı anlatamam! Hayat uzun zamandır ilk defa bana istediğim şeyleri çok çabalamadan vermeye kaldığı yerden devam ediyordu... Bu durum daha ne kadar sürer bilmiyorum ama ne olursa olsun tadını çıkarmalıyım.  Umarım derslerde de çok uğraştırmazsın beni hayat! Zaten sevdiklerimden uzakta, bir yanım hep buruk... Bisikletti, gezmeydi, yeni lezzetlerdi, kendimi avutmaya çalışıyorum işte. (Peki ya dersler? )

Türk kültüründe yetişmiş birinin Avrupa'da bisiklet sürmesi oldukça zormuş sevgili okuyucular. Hele ki trafik ışıklarında bekleme alışkanlığı olmayan bizleri Avrupa'da caddelerde karşıdan karşıya geçmek bile zorlarken, direksiyonları sağ tarafta olan arabalarla dolu, trafiğin soldan aktığı canım İngiltere'de kendimi bisikletle yollara nasıl attım, sormayın.

22.09.2014

Kremalı Mantarlı Tavuk Sote (İskoç usulü:))


Çinlilerle yaşamaya alışmam biraz zaman alacak sanırım...

Birkaç tanesine kanım ısınmaya başladı ama. :) Zaten ortak mutfakta sürekli yemek yapan bir ben bir de Çinliler olduğu için yakında kanka çıkarsak şaşırmam. İlk haftamda buranın meyve-sebzelerini yadırgadım birazcık, bir de markette satılış şeklini... Taze meyve sebzelerin çoğu tek tek satılıyor, kilo ile alışveriş yapan pek görmedim. Bir de zaten çoğu hormonlu :( Akdeniz-Ege iklimlerimizin değerini şimdi çok daha iyi anlıyorum! Ama yavaş yavaş market kurdu da olmaya başlıyorum.. Farkettim ki, hipermarketlerde satılan her şey, süpermarketlerde satılanlardan çok daha ucuz. %50'ye kadar fark ediyor hatta. Bu sabah oldukça ucuza bir sürü meyve-sebze aldım ve kendimle guru duydum! :) Gelelim ilk İskoç malzemeli yemek denememe...

Calton Hill, Edinburgh


Bizim ülkemizde GDO'lu beslenen tavuklar meşhur oldugu için ne zamandır tavuk yemeyi tercih etmiyordum. Buraya geldiğimde ilk aklıma gelenlerden biri de haliyle İskoç tavuklarını denemek oldu. Bir de her çeşidi bol bol bulunan mantarı da ekleyip güzel bir akşam yemeği hazırladım kendime. İskoçya'nın da cheddar peyniri meşhurmuş; tıpkı İtalya'nın parmesanı gibi.. Her yerde yıllanmış-yoğun-hafif-kırmızı-turuncu varyasyonlarıyla cheddar peyniri satıyorlar. Cheddarlı tariflerim ilerleyen zamanlarda kendine yer bulacak buralarda, merak etmeyin :)

17.09.2014

Edinburgh diye yazılır Edinbrah diye okunur


Son 1,5 aydır belge toplama, kayıt işleri, vizeydi, burstu, yurttu derken; Edinburgh'da kendimi yepyeni bir hayatın içinde buluverdim. Geçici bir hayat tabii ki bu. 1 yıllık eğitim için taşındım İskoçya'nın bu gri başkentine. Gri şehir diyorum, geldiğimden beri 3-4 kişiden duyduğum bir tabir de ondan. Şimdilik pek gri gelmedi bana. Havalar soğuyup, güneş kendini bulutların ardına sakladığında gelecek sanırım...

Oldtown


































Önümüzdeki 1 yıl boyunca topu topu 14 m2'lik yurt odamda, çoğunluğu Çinli olan 13 adet Edinburgh Üniversitesi master öğrencisi ile paylaştığım 2 katlı binanın tek mutfağında pişirdiklerimi yazacağım buraya. Ehh bir de Edinburgh maceralarımı tabi ki! :) İngiltere mi demeliyim yoksa?


23.08.2014

Balkabaklı Muzlu Ekmek


Son zamanlarda mucizelere inanır oldum. Bir de hayatlarımızın hiçbir zaman planladığımız gibi gitmeyeceğine...

Nasıl mı? Anlatayım.

2 hafta önce amcamların ciddi bir trafik kazası geçirdiği haberiyle ailecek sarsıldık. Direksiyonda yengemin olduğu ve aracın takla attığı kazayı amcam ve kuzenim çok ufak yaralarla atlatırken yengemin durumu bir hayli ciddiydi. Şans eseri başka bir araca veya insana çarpmamışlardı...

Yengemin kafatasının kırıldığını, beyin kanaması geçirdiğini, vücudundaki birçok yerin zarar gördüğünü söylüyordu doktorlar. Yapılan ilk müdahalenin ardından beyin kanaması durdurulup, ameliyatı yapılıp birkaç gün uyumaya bırakılmıştı yengem. Yüreğimiz ağzımızda geçen birkaç günün ardından gözlerini açıp, beyninde hiçbir hasar oluşmamış gibi konuşmaya başladı. Mucize gibiydi... Yine de emin olamadı doktorlar ve diğer tüm tetkikleri yaptılar. Sonuç: yengem gerçekten tamamen iyileşecekti! İnsan doğası gereği kendisini en kötüsüne hazırladığı için muhteşem haberlere ilk etapta inanamıyor. Ama inanın bu haber bizim için adeta bir mucizeydi!

Diğer şaşkınlığı ise, kaza anını öğrendiğimde yaşadım. Kazanın sebebi yengemin direksiyonda uyuyakalmasıymış. Tam araba takla atarken karşıdan gelen bir araçta doktor varmış ve yengeme olay anında ilk müdahaleyi yapmış; hemen acili arayıp ambulansta bir beyin cerrahı da gönderin demiş. Düşünüyorum da, eğer o doktor 3 dakika geç geçseydi o otoyoldan, yengemi belki de kan kaybından kaybedecektik.. Veya o kişi doktor değil de mühendis olsaydı mesela, şu an yengemde çok farklı bir durum söz konusu olabilirdi. Hayat ne tuhaf değil mi? Kelebek etkisi dedikleri şey bu olsa gerek. Yengem bu hafta taburcu oldu çok şükür, iyileşmesi birazcık zaman alacak ama eninde sonunda eski haline dönecek inşallah :) Artık mucizelere gerçekten inanıyorum.



5.08.2014

Sarımsaklı Fesleğenli Kabak Çorbası


Sanırım bu yaz da fesleğene kafayı taktım. Daha incirler çıkmadığı için ama. İncirler bir çıksın burayı incirle donatırım!  Mutfakta en tahammül edemediğim şeyse yeşilliklerin kararması. Ben de bir demet fesleğen aldığımda onu sonuna dek kullanmak için canımı dişime katıyorum haliyle...

Sıcaklar da başıma vurdu galiba, bugün biraz bulutluyum biraz da umutlu :) Tüm ebeveynlerin hayatlarında en az yüz kez çocuklarına söylediği gibi; gece yatmak bilmez sabah kalkmak bilmez.. Son 1-2 aydır haleti ruhiyem budur. Yaz geldi mi feleğim şaşıyor :) 

İncirlerin meydana çıkmasını bekliyorum yazın tadını çıkarmak için :) Tüm temmuz-ağustos aylarını da istanbulda geçirdiğim/geçireceğim düşünüldüğünde çok da haksız değilim hani. Ah zalim felek! Bu yaz uzuuunca bir tatil ayarlaması yaptırtmadın bana.


Ama moral bozmak yok! Derin nefes alıp hayatın tadını çıkarmaya kaldığım  yerden devam ediyorum bu sefer. Bir kase kabak çorbası eşliğinde...

21.07.2014

Brüksel'de bir gün..


Dolu dolu beş günlük keyifli Paris gezisinden sonra birdenbire Brüksel'in kasvetli sokaklarında bulunca kendimi bir tuhaf hissettim. Kesin ve net söyleyebilirim ki şimdiye dek gördüğüm en sevimsiz ve sıkıcı Avrupa şehri Brüksel. Aslında Brüksele gitmemizin en büyük nedeni Brugge’de de bir gün geçirecek olmamızdı; tabi koskoca Belçikanın hatta ve hatta Avrupa Birliğinin de başkenti olmasının da etkisi var bu kararımızda... Bizim Ankara’nın Avrupa versiyonu diyebiliriz, yok yok vazgeçtim, Ankaraya haksızlık etmeyeyim; üniversite yıllarımın geçtiği şehir ne de olsa, yeri her zaman ayrı :) Neyse lafı çok uzatmadan Dünya Kupası 2014'ün başlangıcına denk gelmesi ile çok sıkıcıdan az sıkıcıya terfi eden Brüksel gezimiz ile ilgili kısaca gezilip görülebilecek sayılı yerlerden bahsedeyim hemencecik. 

Giriş notu ve kulaklara küpe: Sizin de bir gün yolunuz düşerse benim gibi, bu şehre 1 günden fazla ayırmayın.

13.07.2014

Paris: Sanat, Kültür, Tarih, Yemek, Romantizm! Bir şehirden başka ne istenir ki?


Yaklaşık 1 ay önce gittiğim, kocaman dolu dolu Paris gezisini yazmakta geç kaldım yine.

Paris anılarımın ölümsüzleşmesi de klasik bir pazar akşamına kısmetmiş. Evdeki tüm yeni hafta öncesi ıvır zıvır hazırlıkları bitirdim, sağıma, mouse'un hemen yanına kahvemi koydum, bağıra bağıra şarkı söyleme moduna da geçerek yazmaya başladım.. Fonda çalan şarkılara eşlik ederken zor oluyor birazcık yazmak. Biraz da gözüm korktu ne yalan söyleyeyim. Zira burada klişe bir laf etmeden geçemiycem: Paris anlatılmaz, yaşanır! :) Şaka şaka. Paris de yüzölçümü diğerlerinden pek farklı olmayan bir Avrupa şehri aslında. Ama yazımın başlığında da belirttiğim gibi, bir tatilden beklenen her şeyi doyasıya yaşayabileceğiniz bir Avrupa şehri.
Notre Dame ve aşıkların köprü yıkan kilitleri :)
















1.Gün

Parisin güneyinde yer alan ve merkeze oldukça uzak Orly havaalanından otele transferimiz biraz zorlu ve gün boyu bitmeyecek gibi geçse de, dışarıdaki güzel mi güzel bahar havası tüm enerjimizi yerine getirdi. Otele bavullarımızı atar atmaz Arc de Triumph'i görmek için metroya bindik. Peşinen şunu söyleyeyim, Pariste o kadar görülecek, gezilecek mekan o kadar yakın olmayan konumlara sıralanmış ki, metro en yakın dostunuz oluyor. Biz "N'olucak bir çok yere yürürüz yea!" gibi artistik tavırlarımızı burada uygulayamadık, uygulamaya çalıştığımızda da patladık :) Patlamalarımız ise; birkaç kilometre yürüyüp açık bulamadığımız -in the middle of nowhere- restorandan tutun rotamızın tam ortasında deli gibi yağmura yakalanmamıza kadar bir çok talihsizlikler silsilesini barındırıyor. Herneyse, yine cak cuka dalıp konudan uzaklaşmaya başladım. Olabildiğince kısa tutmaya çalışacağım sözünü de peşinen vererek, Paris gezimin "inceliklerine" dalıyorum...

5.07.2014

Keçi Peynirli Fesleğenli Patlıcan Graten...Şimdi karar alma zamanı.


Geçen haftalarda bir eğitime katıldım. Bir süredir kafamın karışık olduğu bir dönemden geçiyordum, hala da geçiyorum aslında... Bu eğitim hem kafamı toparlamak hem de kendimi, isteklerimi keşfetmek için sihirli bir değnek gibi değdi hayatıma. Eğitimdeki hoca benim gibi yoğun bir çalışma temposu olan özel sektörde yıllarca başarılı bir yönetici olarak çalışmış ama bu yıllar içine kendisi için de bir çok güzellik sığdırmış. Bu güzelliklerden biri de roman yazmak.

Yıl 2011 aylardan Ekim. Bu  detayı nasıl hatırladım birden bilmiyorum, ama hayatımın sonuna dek benimle kalacak bir sembol için aylardır süregelen kararsızlığımın son bulduğu zamandır bu. Hatırlamam bu yüzden sanırım. Kendimle başbaşa kaldığım her anda sorgularım hep, herşey istediğim gibi de gitse hayatımda, bu içimdeki eksiklik hissi neden? Nedenini asla tam olarak bulamıyorum maalesef. Ama bu eksikliği nasıl doldururum diye sorduğum her seferde aklıma yazmak, yazmak, yazmak geliyor. Kendimi bildim bileli hiç değişmeyen bir hayalim var: Roman yazmak. Bu hayalimi bir gün mutlaka gerçekleştireceğim; işte 2011 yılında bileğime yaptırdığım kitap dövmesinin tek sebebi budur.

Yıl 2014 aylardan Haziran. Katıldığım bu eğitimde tanıştığım başarılı hocam, 2011 yılından beri hep aklımda olan ama adım atmayı bir türlü beceremediğim bu yola nasıl gireceğim konusunda ışık tuttu bana. İlk adımı ise Yaratıcı Yazarlık Atölyelerine kaydolarak atıyorum; inşallah bundan sonra da devamı gelir. :)

Şimdi gelelim yaratıcı yaz yemeklerimin ilkine. Ehh bu eğitim günlerinde yemek yapma fırsatı da buldum tabii ki. Hem pratik hem de hafif mi hafif bir tarif ile yine yeni yeniden karşınızdayım!

31.05.2014

Kahve Kremalı Brownie. Geçmişten geriye kalan..


İlk bölümünden başlayıp sonuna dek izlemeyi başarabildiğim tek türk dizisi Çemberimde Gül Oya. İnsanların da duyduğunda hayretler içinde kaldığı üzere Bizimkiler veya İkinci Bahar gibi dizilerin bir bölümünü dahi baştan sona izlememiş bir insan olarak bunun benim için büyük bir başarı olduğu söylenebilir. :)

Daha çok 1970-1980 yılları arasında geçen, '80 darbesinden sonra insanların hayatları nasıl değişti çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne seren, aşk, arkadaşlık, bağlılık, aile temalarının incelikle işlendiği muhteşem ötesi bir dizidir gözümde. Bu dizide en çok aklımda kalanlardan biri ise, o dönemlerde dizideki karakterlerin herhangi bir şekilde kahve bulduklarında deliler gibi sevinmeleriydi. Ne tuhaf değil mi? Şimdi peynir ekmek gibi tükettiğimiz ve sabahları, öğlenleri içmeden kendimize gelemediğimiz kahve çok değil 30-35 yıl önce annelerimiz babalarımız için bulunması oldukça zor lüks ihtiyaçlardan biriymiş.. Kahvesiz bir hayat düşünemiyorum gerçekten. Ramazan ayında oruç tuttuğum zamanlarda da su ve yemekten çok kahvenin eksikliğini hissediyordum ne yalan söyleyeyim. Bağımlıyım birazcık sanırım! 

Bundan 30 yıl sonra hayatımızda bu bağlamda neler değişecek kimbilir.. Belki de diyeceğim ki, "Eskiden kocaman ekranlarda, klavyede saatlerce uğraşıp yemek tarifleri yazıyordum. :)" Ama düşününce, daktilodan bu yana pek bir şey değişmediği de aşikar. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin yazmanın bu güzel nostaljik gerekliliği geçmeyecek bence. :) O değil de kahve kahve deyince canım çok çekti şu an, kahve eşliğinde yazmaya da bayılıyorum, bir bardak koyup tarifime devam edeyim...

Birkaç ay önce yine bir kitapçıda yemek kitaplarına bakarken dikkatimi çeken bir kitap olmuştu. Dessert kitabını çok beğendiğim Alice Medrich'in Kurabiyeler (Cookies) kitabı. Hiç düşünmeden alıvermiştim tabi. Neredeyse 1 aydır tatlı baabında kalorili herhangi bir şey pişirememenin verdiği açlıkla "Yiyemeyecek olsam da pişirmem lazım artık!" diye dün akşam evdeki tüm tatlı kitaplarına saldırdım. Alice Medrich'in son aldığım kitabındaki enteresan tarif çok ilgimi çekti ve denemeye karar verdim. Bildiğimiz brownie kekinin arasına kahve kreması yapıp karıştırmış sayın Medrich. Oldukça ilgi çekici!

Sonucun da oldukça ilgi çekici olduğunu söylemeliyim. Tam istediğim kıvamda, hafif nemli ve inanılmaz lezzetli bir brownie keki çıkıverdi ortaya. Yanında bir fincan sütlü kahve ile servis edilmezse yazık olur, benden söylemesi :)

24.05.2014

Çilekli Yulaflı Diyet Muffin


Çilek deyince aklıma hep küçük kız çocukları geliyor. Yüzyıllardır birçok toplumda kök salmış olan kız bebekler pembe, erkek bebekler mavi giyer algısından herhalde. Ne kadar enteresan ve somut bir nedene bağlı olmayan bir gelenek olsa da toplumdaki her yaştaki bireyde  etkileri görülen bir husus bu. Böyle gelmiş, böyle gider normlarımızdan yalnızca bir tanesi aslında.

Biz küçükken Strawberry Shortcake diye bir çizgi film vardı. Okul çağındaki kızların kalemkutularında, silgilerinde, beslenme çantalarında hatta sırt çantalarında da sıklıkla taşımaktan zevk aldığı sevimli bir karakter.. :) Bizim aslında her özel günde masanın orta yerinde mutlaka bulunan pasta dediğimiz kremalı meyveli keklerin Amerikadaki adı da bu: SHORTCAKE. Strawberry Shortcake de bunların arasında en yaygın olanı ve çocukların da en sevdiği pasta Çilekli Pasta.

İşte küçücüklükten başlayarak bol şekerli bol kremalı pastaları yedikçe sürekli kilo sorunu yaşamaya meyilli oluyor bu çocuklar. Ama hayatın tadı da bunları yemeden çıkmıyor yahu! Büyük bir çıkmazın içindeyiz insanoğlu olarak :) Dengeli beslenmeyle sıkıntıların önüne geçilebilir yine de. Çok abartmadan dünyevi her lezzetin tadını çıkarmak lazım değil mi? :)


Bugünkü tarifim baya baya diyet bir tarif. Diyet ötesi :) Tatlı yemeden duramadığım zamanlarda imdadıma yetişen, kolay pratik ve lezzetli bir mini kek. Esinlendiğim yer ise sevgili diyetisyenimin sitesinde yer alan yağsız şekersiz yulaflı muffin tarifi. Birazcık tatlı hissiyatı versin diye şeker de ekledim ben ama un ve yağ hiçbir şekilde yok.

11.05.2014

İstanbul'da turist olmak... Meze by Lemon Tree


Geçenlerde gazetede bir haber gözüme çarptı: Tüm dünyada en çok güvenilen en kapsamlı gezi rehberi tripadvisor kullanıcıları tarafından yapılan bir oylamada 2013 yılında en çok tercih edilen gezi durağı İstanbul seçilmiş! Bir de aynı hafta başka bir gazetede turistler tarafından en güvenilir şehirlerden biri seçilmiş İstanbul ama bu habere nedense pek güvenemedim.. :)

Birden bire aklımıza düştü; sürekli yurtdışında gittiğimiz şehirleri gezerken, her türlü restoranı Tripadvisor puanlarına göre deniyoruz, peki Istanbul için neden hiç bakmıyoruz? İstanbul'u hiç bilmesek, yerli turist değil de yabancı turist olsak nerelere giderdik hangi restoranlarda yemek yerdik kim bilir...

Hemen kolları sıvadım ve biraz araştırdım. Sonuç mu? Tabii ki bir çoğumuzun haftasonları gitmek istediği ilk 3 tercihe girecek Etiler-Bebek-Emirgan civarındaki mekanlardan eser yok. Pek de şaşırtıcı değil aslında bu sonuç. Tarihi ve kültürel değerlerimizin yoğunlaştığı bölgeler Sultanahmet ve Galata civarları nitekim. Ehh bu şehri 3-4 günlüğüne görmeye gelen bir turist de haliyle buralarda dolaşacak. Ama turistler bu civarlarda yemek de yiyor, kahve de içiyor, tatlı da deniyor, gece eğlenmeye de gidiyor. Ve İstanbul'u dünyada en gidilebilir şehir seçiyor!

Tripadvisorda hem en fazla değerlendirmeye sahip hem de en yüksek puanı alan ilk 20 mekandan toplasanız 2 veya 3 tanesinin adını duymuşumdur sadece. Biz de istanbul'da yaşıyoruz diye geçiniyoruz. Pehh!

Herneyse. Bu da bize güzel bir farkındalık yarattı. Artık yeni bir görevimiz var: İstanbulda Turist Olmak

Bu hafta başlıyoruz.



Başlangıç olarak çok da uzak olmayan bir mekanı seçerek Asmalımescit yakınlarında yer alan Meze by Lemon Tree'ye gittik dün akşam. Mekanda hem en uzun oturan hem de tek Türk çift olma unvanını gururla taşıdığımızı söylememe gerek yok herhalde. :) Aslında bu mekan ünlü gurme Vedat Milor tarafından tavsiye edilmiş, yerlilerin de överek anlattığı bir yer. Bir cumartesi akşamı hiç Türk olmaması baya şaşırtıcıydı!

Mezelere gelince...

4.05.2014

Ege usulü zeytinyağlı iç baklalı enginar


Sonunda güneş bize yüzünü gösterdi! Baharın gelmesiyle mutfaklar da şenlendi! Neyse ki 4 mevsimi doya doya yaşayabileceğimiz bir kıtada yer alıyoruz. Ya Singapur'da yaşasaydık? Veya Antartika'da? Ya da neredeyse 4 mevsim soğuk ve yağmurlu İrlanda'da? Birçok konuda dünyanın gerisinde olsak da mevsimsel açıdan yaşanılabilir bir ülke bizimkisi. En azından şimdilik...

Ülkemizden bahsettikçe karamsarlaşıveriyorum hemen maalesef. Nasıl bir coşkuyla başladığım şu yazıyı 1 paragrafta mahvettim :) Neyse. Bu güzel bahar havasında daha fazla can sıkmadan tadına bakabileceğimiz bir diğer dünyevi lezzete girişi yapayım ben en iyisi...

2.05.2014

Bu işte bir gariplik var: Hafif mi Hafif Pırasalı Kiş


İhmal ihmal ihmal!

Tamı tamına 13 gündür mutfak günlüğümden uzaktayım...Keşmekeşlerde, koşuşturmacalarda zamanı yakalayamıyorum bir türlü. Nasıl olacak peki? Bilen bir deyiversin :)


Yılar yıllar geçti, büyüdüm, olgunlaştım, planlı programlı çalışmayı, bugünün işini yarına bırakmamayı ne kadar zor da olsa öğrendim, ama bir türlü zamana karşı yarışmayı beceremedim. Becerebilenler var mı? Maalesef var! Yok diyen yalan söyler, yok diyen üşengeçtir.

Üşengeçlik kanıma işlemiş bir kere, çıkaramıyorum. Çıkardığım nadir zamanlarda da bir bakıyorum delicesine yorulmuşum. Bunun bir optimali olmalı diil mi? Bulduğumda ilk iş buraya yazmak olacak sanırım :)

Bunca laf kalabalığı bunca cakcuk arasından tek bir sonuç çıkıyor işte. Ne çabuk geçmiş yine zaman koşuşturmacalar içinde... Ve ben mutfak günlüğümü ihmal etmişim!

19.04.2014

Karışık karmaşık karmakarışık


Huzurlu bir İstanbul akşamüstünden merhaba!

Bugün içimden bir yazma coşkusu taşıyor ki sormayın! Ama maalesef bu coşkuyu şimdilik bünyede muhafaza edip üzerinde çalıştığım bir projeye saklamak istiyorum. Şaka şaka :) Projeye de, buraya da, sayfalara, dağlara, taşlara, hatta kaldırımlara da yazarım hiç üşenmeden... :)

Fonda sourberry online radyosu çalıyor, en sevdiğim alternatif playlistle beraber. Şimdi ben delicesine yazmayayım da ne yapayım ?

Son zamanlarda o kadar çok tatile hasretim ki... 

Fark ettim ki yemek yapmak, yaptığım yemekleri kelimelere dökmek kadar gezdiğim yerleri yazmak da aşırı bir mutluluk veriyor bana. Yazarken o şehre tekrar tekrar gidip yeniden yaşıyorum şehre ilk adımımı attığımdaki iç kıpırtımı, yeni şeyler keşfetmenin heyecanını, farklı tatlar denemenin verdiği hazzı..Ben de bir sonraki tatil planımı gerçekleştirene kadar dedim ki önceden gezdiğim yerleri yeniden yaşarcasına yazayım, fotoğraflarını paylaşayım ve kendi kendime terapimi yapayım.

Küçük bir şaşırtmaca: Bu yazımda tatil deneyimlerimden biri değil, Indian mutfağı kapsamında yaptığım en popüler Hint soslarından biri olan Mango Chutney tarifini paylaşacağım.

İşte geliyor...


Şaşırdınız dimi?

Delirdim galiba :) Yok yok merak etmeyin.. Tatil deneyimim de bugun yarın gelecek.. Amsterdama yeniden gitmek için sabırsızlanmaya başladım bile.. Hemen bitmesini istemiyorum o yüzden.

13.04.2014

Eğrisi doğrusu bulamadım yolumu


Hindistan mutfağına devam...

Ne zengin sofra hazırlamışım o haftasonu yahu! Yaz yaz bitmedi. Halbuki daha o kadar çok not aldığım, yazmak için sabırsızlandığım mutfak deneyimlerim var ki.. Hemen hepsini hepsini yazayım blogum dolu dolu olsun istiyorum! Ama bu işler sabır işi biraz da, sabretmeyi bir noktada öğrenmeliyim sanırım.

Yemek sanatlarında hangi ülke öne çıkar dendiğinde bir çok kişinin aklına Fransa gelir herhalde. Dünyaca ünlü okullarından dünyaca ünlü aşçılar çıkaran, sofralarımıza gelen bir çok farklı lezzetin çıkış noktasıdır Fransa. Kaç yıl oldu hatırlamıyorum, baya uzun bir zaman önce Paris'e gitmiştim ben de. Tabi o zamanlar daha çocuktum, tek derdim Disneyland'ı Eyfel Kulesini filan görüp acıktığımda hamburger yemekti. Ne garip, şu an yurtdışındaki herhangi bir ülke benim için bambaşka bir lezzet keşfi demekken bir yerde oturup Burger King'de hamburger yediğimi düşünemiyorum. :) Bir de o gençlik dönemlerimde Paris'te geçirdiğim sayılı günlerin hepsinde çeşit çeşit kahvaltılık, tatlı, tuzlu pastane ürününü nasıl bir zevkle yediğimi hatırlıyorum hala. Bu tombişliğim de o yıllardan kalma zannımca, yıllardır uğraşıyorum hala incecik olamadım!



Bir aksilik çıkmazsa 2 ay sonra yeniden gidiyorum o büyülü şehre. Ama bugün paylaşacağım tarif Paris'te nadir bulunan, asıl çıkış noktası Bordeaux şehri olan enfes bir tatlının tarifi. CANELE TATLISI. Aslında hepimizin bir şekilde aşina olduğu bir tat olmakla beraber, yapılışını ve şeklini gördüğümde eşine benzerine rastlamadığımı söylemeliyim.

5.04.2014

Bir İstanbul akşamında İtalyan esintisi


Dün akşam arkadaşlarla Zorlu Center'daki Eataly'e gittik. Sloganları da şu: "Eataly is Italy!" Wauuww ne kadar da yaratıcı.. Şaka, şaka.. Gerçekten öyle aslında :) Dün akşam italyada bir akşam yemeği yedim döndüm modundayım ben de şu an. Ahh bir de diyet derdim olmayaydı iyiydi...

Arkadaşlarım sağolsun hep formda oldukları için pizza ve makarna yemekten asla çekinmiyorlar benim gibi.. Eh ben de artık diyeti asla bozmıycam moduna girmemden mütevellit yine organizasyon aşamasında çıkıntılık yapıp " Yaa pizza bölümüne gitmesekkk.. :(" diye bir cevap attım ama 14e 1 oyla demokrasinin gerektirdiği oldu işte sonunda. Ahh şu demokrasi.. Uzun zamandır hiç yüzüme gülmedi meret. 

Herneyse. Tatavayı bırakıp mekanla ilgili biraz bilgi vereyim. Koskocaman 3 katlı, her katında envayi çeşit şarküteri ürünü, şarap, zeytinyağı, kahve, çay vesaire satılan ve restoran bölümleri farklı farklı olan bir mekan. İtalyan havası bu devasa mekanın her noktasında buram buram hissediliyor. Öyle ki, menude veya reyonlardan birinde yazan bir kelimenin türkçesi nedir acaba? diye sormadan illa ki çıkmazsınız bu mekandan.

En revaçta olan bölüm ise herkesin tahmin edebileceği üzere pizza ve makarna yapılan restoran kısmı. Bu tarafta bir masaya oturduğunuzda garsona yalnızca pizza-makarna menusundeki siparişlerden verebiliyorsunuz. Eğer başka bir bölümdeki restoran menusunden bir şey yemek isterseniz oraya kendinizin gidip tepsiyle yemeğinizi alabileceğinizi söylüyorlar. Zira 15 kişilik masada bir tek ben tıpış tıpış balık restoranı kısmına gidip şöyle bol salatalı bol ızgara sebzeli müthiş doyurucu ızgara levreğimi alıp, dört bir yanı fırından yeni çıkmış pizza kokularıyla sarılı masaya geri dönüp oturdum.

Masaya oturduğunuz an ortaya kese kağıdında rustik ekmek ve banarak yemeniz için son derece lezzetli bir zeytinyağı da getiriyorlar. Allahım bu nasıl bir işkence! Bizim gibi kaliteli zeytinyağına hasret Egelilere yapılır mı bu? :( Sağımda solumda uçuşan odunda pişmiş pizzalara dayanıp bir dilim dahi yemeden durabildim ama o  muhteşem rustik ekmeğe ve küçük bir kase zeytinyağına daha fazla karşı koyamadım. Ekmeklere aşığım galiba! Zaten sürekli evde ekmek yapasım ve onları kuru kuru mideye indiresim geliyor. Diyetisyenim de bunu hissetmiş olacak ki günde 1 dilim ekmekten fazla yemiyceksin dedi bana sağolsun :)


Bu kadar ekmek muhabbeti yapıp yiyememekten mütevellit geçen haftalarda yaptığım ancak yazmaya bir türlü fırsat bulamadığım muhteşem focaccia ekmeği tarifini yazmanın vakti geldi.


4.04.2014

Sarımsaklı Hint Ekmeği.. Nam-ı diğer pufidik tandır ekmeği


Yoksa siz hala pizzacılarda yapılan sarımsaklı ekmekleri mi yiyorsunuz? :)


Son bir kaç gündür seçim dolayısıyla gecelerce uykusuz kaldık, itiraz ettik, heyecanlandık, üzüldük, haksızlıklara tepki verdik. Şimdi de nefesimizi tutmuş Ankara kesin seçim sonuçlarının açıklanmasını bekliyoruz. Ben de biraz kafa dağıtmak adına Hint yemekleri yazılarıma devam edeyim dedim. Ne alaka inanın bilmiyorum :) Ekmeklere takıntım var ve bu takıntımı kafa dağıtmak için kullanıyorum sanırım..


İşte geçen hafta hazırladığım Hint sofrasının bir diğer baş kahramanlarından biri. Sarımsaklı oluşuna aldanmayın, çünkü bu bildiğimiz pizzacılarda yediğiniz sarımsaklı ekmeklerden çok farklı gerçekten de. Daha geleneksel, daha kırsal, daha ev usulü...

29.03.2014

Dünyanın lezzeti bir başka...Part.2 Hindistan


Bu hafta benim için yenilikler ve değişimler haftası. Gariptir ki, ülkemiz için de. Pazartesi sabahı nasıl bir güne uyanacağız acaba diye düşünmekten kafayı yemek üzereyiz ülkecek. Herkes nefesini tutmuş yarının bitmesini bekliyor. Ben de ülkemizin nasıl bir geleceğe gittiğini az çok tahmin edebileceğimiz bu Pazartesi sabahı işyerimde yepyeni bir ortamda çok farklı bir göreve başlıyorum. Bu yeni iş durumum aslında bir süredir istediğim ve transfer olmak için oldukça çabaladığım bir şeydi. Biraz şans, biraz azim, biraz da yöneticilerimin anlayışıyla benim için olumlu sonuçlandı çok şükür.

Yeni işime başlamama bu kadar az kalmışken, herşeye Fransız kalmamak adına birçok dökümanı okuyup anlamaya çabalıyorum bu haftasonu. Bir çok işte olduğu gibi bu iş de derya deniz, çık çıkabilirsen! Ama zevk alıyorum enteresan bir şekilde. Çoğu insana sıkıcı gelebilecek bir çok şeyden zevk aldığım gibi... Veya birçok televizyon dizisinde hatta reklamlarda da dalga konusu olan belgesel izleme ve uzak doğu filmleri seyretme olaylarından da inanılmaz haz duymam gibi.. Hem kafamı hem midemi tıka basa doldurmaktan zevk alıyorum aslında, sanırım tek cümle ile özetim bu :)

Uzak doğu demişken...


Sevgilimle bundan sonra daha sık yapalım dediğimiz dünya yemeği konseptli haftasonu sofralarından bir diğerini de geçen hafta hazırladık. Bu sofra için inanın tüm hafta aklıma geldikçe araştırma yaptım. Zira en zorlu mutfaklardan birine adım atmak üzereyiz. HİNT MUTFAĞI! Bizim gibi baharat-sever ülkelerden biri Hindistan. Ve araştırdıkça gördüm ki, aklınıza gelebilecek her şeyin içine, (çorbasından tatlısına, meyvesinden, kokteyline kadar) deli gibi baharat koyup hepsini lezzet bombasına dönüştürmeyi başarıyorlar.

27.03.2014

Tarihe not

 
Seçimlere 3 gün kaldı. Bu seferki herhangi bir yerel seçim değil, derin devletlerin, paralel devletlerin çarpıştığı, tapelerin patladığı, her yeni güne yeni bir skandalla uyandığımız günlerin yaşandığı bir dönem. Twitter'a, Youtube'a erişimin yasaklandığı bir dönem.

Evet! Geçen hafta Twitterın kapatıldığı yurdumda, bugün de Youtube kapatıldı! Neden mi? Son 4 aydır devam eden güçler çarpışmasında bugün çıta daha da artırılarak ülkeyi savaşa sürükleyecek bir tape yayınlandı. Hükümet de çareyi tapelerin anında tüm ülkeye yayılmasına sebep olan Youtube'a erişimi kapatmakta buldu. Tapeyi sızdıranlar mı, bu skandalın üzerini örtmeye çalışanlar mı, yoksa başlıbaşına skandalın aktörleri mi daha suçlu, yanıt bulmakta zorlanıyorum...

Çevremdeki herkes ama herkes seçimlerde belediyelerin şehirlere ve ilçelere ne gibi katkılar sağlayacağından, hangi projelerin yapılacağından geçmiş, yalnızca insani haklarımızı kaybetmemek için oy kullanmaya gidiyor. Önümüzdeki 3 günden inanın delicesine korkuyorum. Daha ne kadar ileri gidilebilir, hasırlar altından daha neler çıkabilir, ülkenin geleceği nereye gidiyor, çok endişeleniyorum. Bu günler de geçecek elbet. Geçmeli. Birilerinin çok canı yanacak oldukça net. Umarım bu sefer canı yanan taraf savaşa sürüklenen kocaman bir ülke değil, masum küçük çocukların aileleri değil, gerçekten cezalandırılması gereken suçlular olur.

Yazacak, söyleyecek, bağıra bağıra konuşulacak o kadar çok şey var ki... Ancak eninde sonunda "birileri" nasıl olmasını isterse öyle oluyor 77 milyon nüfusa sahip bir üçüncü dünya ülkesindeki her şey. 3-5 adamın 10-15 dk kadar konuşup yüzlerce insanın öldürülmesine karar vermesi kadar basitmiş aslında durum! İçim acıyor gerçekten... Öfkeyle doluyum. Bugün hepimizin oturup ağlaması gerekirken ofiste hep birlikte başbakanın ses kısıklığına gülmekten kendimizi alamadık. Neden mi? Umut yeşertecek bir sebep aradığımız şu günlerde her şeye rağmen gülecek bir neden bulabildiğimiz için. Bu Pazar günü yalnızca gülecek nedenlerimizin çoğalmasını istiyorum, çok şey değil.

Bundan yıllar sonra bu satırları yeniden okuduğumda umarım daha güzel bir Türkiye'de yaşıyor oluruz. Daha özgür, daha demokratik, barış ve birlik içinde, fakirin zenginleştiği, zenginin bencilleşmediği, insanların "insan" sayıldığı bir ülkede.. Yıllar yıllar geçmeden bu hayalimin gerçekleşmeyeceğinin de bilincindeyim ne yazık ki..

Allah sonumuzu hayır etsin.

23.03.2014

Yeryüzünde bir cennet: Plitvice Gölleri, Hırvatistan


Bu ayın başında yaşadığım Zagreb macerasını şu yazımda yazmıştım.

Zagreb'de geçirdiğim 3 gündeki en nefes kesici deneyim, dünya genelinde "Yeryüzü cenneti" olarak anılan Plitvice Göllerine ayırdığımız bir tam gündü. Unesco'nun da Kültür Mirası listesine aldığı bu inanılmaz doğal parkı herkese ŞİDDETLE ama şiddetle! tavsiye ediyorum.. Ölmeden önce görülmesi gereken yerlerde ilk 100'e çok net girer.


Zagreb'den Plitvice'ye otobüsler kalkıyor. Şu bildiğimiz şehirlerarası otobüs terminalinden kalkanlardan. Plitvice Zagreb'e göre biraz daha güneye doğru, Bosna Hersek sınırına yakın bir bölgede. Otobüsün fiyatı tek yön 100 kuna yani 40 TL ve yolculuk 2,5 saat sürüyor. Biz de sabah 10:30 otobüsüne binip 13:00'de Plitvicedeydik. Havanın biraz kapalı ve sisli olmasından dolayı baya tereddüt ettik gidip gitmeme konusunda, ancak giderek hayatımızdaki en doğru kararlardan birini vermişiz diye düşündük sonrasında.

20.03.2014

Dünyanın lezzeti bir başka...Part.1 Meksika


Günlerce, aylarca, vaktimin çoğunu harcadığım canım blogumda bir tanecik sevgilimden de bahsetmem gerekiyor sanırım artık. :) Biraz utanıyorum aslında ne yalan söyleyeyim... Özel hayat çok özel kalmalı mantığında bir insanım yıllardır. Ama sevgilim hayatımın büyük kısmını, yok yok..aslında, her anını güzelleştiren, özelleştiren; tüm saçma isteklerimi mantıksız bulsa da, sırf ben mutlu olayım diye yerine getiren (trip atmıyım diye mi demeliyim?:)) özel mi özel bir adam. Onu daha fazla içimde saklı tutamıycam sanırım. Ohh yazdım rahatladım!..

Beraber geçirdiğimiz zamanlardaki en büyük zevklerimizden biri de tahmin edebileceğiniz üzere yemek yemek! Çoğu insan onun çok şanslı olduğunu düşünüyor, çünkü benim yılmadan, yorulmadan büyük bir aşkla yaptığım mutfak denemelerimi tadan yegane insan, "o" :) Ama itiraf etmeliyim, o olmasa bu kadar şevkle deneyemezdim mutfaktaki lezzet keşiflerini. Ondan başkası da bu kadar anlamazdı herhalde içimdeki bu hevesi... Gerçekte, asıl şanslı olan benim. :)

Sevdiğinle paylaşmadığında, yapılan yemek ne kadar lezzetli olursa olsun yavan kalır bana göre. Zaten yemek, insanları birleştiren evrensel bir gerçek değil mi? Ailelerin, gün içinde ne olursa olsun her akşam yemek sofrasında buluşmaları gibi.. Veya kalbini kırdığın bir arkadaşının gönlünü almak için ona güzel bir kahve ısmarlayıp özür dilemen gibi... Ya da sevgiliyle geçirilen özel bir anın daha da özelleşmesi gibi...

Sevgilimin en çok sevdiğim yönlerinden biri de yeniliklere, hatta ve hatta farklı lezzetlere benim kadar düşkün olması. Geçen yaz Moğol mutfağından Thai'ye, envayi çeşit Japon restoranından Hint mutfağına kadar, İstanbul'da denemediğimiz dünya restoranı kalmadı. Ancak büyük hayal kırıklığıyla söylemeliyim ki, hiçbirine yeniden gidelim diye düşünmedik daha sonra. (Hımm..düşündüm de.. Belki de bir Japon restoranına tekrar gitmişizdir ;))



Bu haftasonu kahvaltı yaparken, televizyonda her hafta yayınlanan bir seyahat programındaki, sürekli gömleğini kemerli pantolonunun içine sokan amcaya denk geldik yine. Meksika'yı tanıtıyordu. Sevgilim dedi ki, "Artık dünya mutfağına da girmen gerekiyor, bu hafta Meksika'dan başlayalım mı ne dersin?"

16.03.2014

Zagreb'de 3 gün...


Avrupa Birliğine henüz yeni girmiş olan Hırvatistan’ın başkentine yolum düştü geçenlerde. “Geçerken uğradık” der gibi oldu bu giriş cümlesi yav :) Yanlış anlaşılmasın, tabii ki her yurtdışı seyahati gibi uzun süren bir uçak bileti, otel rezervasyonu, hatta vize başvurusu süreçlerinden azimle geçiverdim 3 günlük tatilim için.

Zagreb de bir çok şehir gibi iki bölüme ayrılmış, Gornji grad (Upper Town) ve Donji grad (Lower town) olmak üzere.. Orta Çağ’dan kalan eserlerinin çoğu upper town bölgesinde bulunuyor. Zaten her iki bölge de birbirine çok kısa yürüme mesafesinde olduğu için bu şehre bir gün yeter diyorum. Şaşırdınız dimi! :) Ama Hırvatistan için aynı cümleyi kuramam.. Zira bu ülkede beni benden alan asıl yer Zagreb'de değildi...

St Stephen's Katedral
Zagreb'e geri dönecek olursak, kentin merkezinde, zamanında büyük savaşlara imza atmış büyük asker Jelacic'in heykeli bulunuyor. Jelacic meydanının bir yanı cafe-dükkan-magazalarla dolu Ilica caddesi (Bizim İstiklalin aynısı diyebilirim), bir yanıysa şehrin en görkemli yapısı St. Stephen Katedraline çıkan sokak. Katedralin karşısındaki dar sokağa girdiğinizde pazar yeri Dolac, oradan da hareketli cafe-barların bulunduğu Tkalciceva Caddesine çıkabiliyorsunuz.


11.03.2014

Oh la la! Bouchons au thon


Sevgili okuyucular,

Siz bu satırları okurken ben çok da uzaklarda olmayacağım.. Zira ikinci bir emre kadar iş-ev-ev-iş arası mekik dokumak dışında bir aktivitem olmayacak gibi görünüyor. (Aslındaaa.. itiraf etmeliyim; bloguma odaklanmam için aylardır aradığım fırsat da buydu ;))

Geçtiğimiz 2 haftasonu şehir dışında olmam sebebiyle ve içime sinecek bir sayfa dizaynı yapmak için gecelerce uykusuz kalmamdan mütevellit 1 kelime dahi yazamadım canım bloguma. Kendime çok kızgınım! 



Geçen haftasonu İzmir'e ailemi ziyarete gittim. Bir renk, bir cümbüş.. Sevdiklerini az görünce görüşülen tek gün bile deli gibi kıymetli oluyor. Halbuki onlarla beraber yaşıyor olsam kesin her gün kavga ederdik. Belli bir yaştan sonra aileyle aynı evde yaşamak hayatın en zor sınavlarından biri gibidir. Bense şimdiye kadar bu sınava tabi tutulacak kıvama gelmedim hiç, çok şükür.. Sanırım bu sebeptendir bir araya geldiğimiz kısıtlı zamanlarda aramızdan su sızmaması. :)

23.02.2014

Marul Yatağında Portakallı Levrek


Uzmanlar ne diyor? Haftada en az 2 defa balık yiyin diyor. Balık hem inanılmaz sağlıklı, Omega3 deposu, hem lezzetli, yapılışı kolay ve pratik, hem de doyurucu sayılabilecek bir besin. "Sayılabilecek" diyorum çünkü genelde yanında ekmek veya patates yemeden doymuyorum. Hele de mısır ekmeği.. Balığın yanında ekmek sepetinde getirilen sarışın, kare şeklindeki o minik yaramazlar gözümün içine içine baktıklarında daha da karşı konulmaz oluyorlar. Peki o zaman nerede kaldı bu işin diyetliği?

Geçen hafta çok sevdiğim biri için yaptığım levrek yemeği hayatımı değiştirdi. Adeta mutfağımda çığır açtı! Balık yerken ihtiyaç duyulan o eksik doyuruculuk hissini etkisiz hale getirmek için birkaç marul yaprağı yeterliymiş meğerse... Dahası, tencerede yapılan bu balık...



Geçtiğimiz ay indirimden büyük bir hevesle aldığım demir döküm tencereyi aktif kullanamıyorum diye çok üzülüyordum, şimdi de diyorum ki, sen olmasan ne yapardım demir döküm?! Aslında normal tencereden çok da farklı bir lezzet yaratmıyor, abarttığıma bakmayın. Ama sıcaklığı içinde uzun süre muhafaza etmesi özellikle et yemeklerinde vazgeçilmez kılıyor bu ürünü. Bir sonraki indirimde de tava ve büyük boyutlu yayvan demir döküm tencere versiyonlarını almayı düşünüyorum. Hayırlısı diyelim :)

Mutfağımda çığır açan bu tarifi food52com dan esinlenerek yaptım. Orijinal tarifinde yer alan bize uzak malzemeler bize yakın olanlarla değiştirildi ve 5 duyuya birden hitap eden bu görüntü çıktı ortaya.




20.02.2014

Geçmişten gelen davetli misafir


Yarın akşam, liseden yıllanmış dostum Müge akşam yemeğine geliyooor.! :)

Müge'nin yeri bende apayrıdır. Liseden sonra görüşmelerimiz oldukça seyrekleşmiş olsa da üniversitedeyken de iş hayatına atıldığımızda da hiç kopmadık. Son 10 yıldır en fazla bir kaç ay mesafe girer aramıza ve her görüşmemizde o samimi, eğlenceli muhabbetimiz asla değişmez. Lise sonda ÖSS'ye hazırlanan iki zavallı genç kız olarak dershaneye elele tutuşarak giderken başladı dostluğumuz. O zamanlar tabi sosyal hayat pek yok, ailelerimizle yaşıyoruz, arkadaşlarımızın hepsi harıl harıl ders çalışıyor (biz de tabii :))... Müge ile dershaneden çıkıp Alsancak Fil Pizza'da yemek yemek başımıza gelen en güzel şeylerden biriydi. Bir de marketten aldığımız kocaman dondurma kutusu ve 2 plastik kaşık ile beraber Kordon çimlerinde, güneşin altında oturup deniz havasını içimize çekerken, "gelecekte bizi neler bekliyor acaba" temalı konuşmalarımız... Fil Pizza geçtiğimiz yıllarda kapandı. Çok üzüldüm.

Lise son sınıftayken Müge bizim eve geldiğinde ona özel tatlılar yapardım hep, hepsine bayılır, benim elimin lezzeti konusunda annem dahil herkese konuşurdu. Annem de bize pek yapmıyor böyle şeyler diye hayıflanırdı :) 2 yıl önce Müge de İstanbul'a taşındı iş sebebiyle. Onun evine ilk ziyarete gittiğimde, taa lise yıllarımızdan kalma bir minnettarlıkla bana özel yemekler yapmıştı! Yemek yapmayı normalde pek sevmeyen, zorda kalmadıkça tercih de etmeyen dostumun bu jesti bana nasıl bir mutluluk yaşattı anlatamam. Şimdi sıra bende.

19.02.2014

Cosmos mu? Neler neler...


Bugün gazeteleri karıştırırken bir yazıya rastladım. Daha önce nasıl haberim olmadı bilmiyorum.. 33 yıl önce çekilmiş olan Cosmos belgesel dizisi yeniden çekiliyormuş.

Stanley Kubrick'in efsanevi uzay filmi A Space Odyssey'in devamı niteliğinde, evrenin, yaratılışın, nereden geldik nereye  gideceğiz'in bilimsel bir gösterimi aslında. Yayınlandığı ilk seneler henüz piyasada bilim-kurgu dizileri, belgeselleri yokken inanılmaz ses getirmiş ve aslında herkesin merak edip sorgulamaya cesaret edemediği bazı sorulara farklı bir bakış açısı getirmiş vakt-i zamanında bu belgesel. Vay be.. Nasıl oldu da gözümden kaçtı!

Dün akşam nasıl gaza geldiysem eski versiyonun tüm bölümlerini alıverdim. Peki ama nereden çıktı bu bilim kurgu merakım birden bire? Aslında küçücükken, inanılması güç ama, orta okuldayken deli gibi merak salmıştım bu evrenin, bilinmezin ardında yatana. Nasıl yaratıldık? Nasıl bir enerjinin, nasıl bir varlığın ürünüyüz acaba? Daha görmediğimiz, duymadığımız bilmediğimiz neler var.. Hem inanılmaz çekici, merak uyandırıcı, hem de cevap bulunması güç olduğu için yıldırıcı konular bunlar. Hani şu daha çok küçükken sorgulanan ve kimseden yanıt alamayınca vazgeçilenlerden.. Allahın bunca gücü nasıl kontrol ettiğini, gelecekte bizi nelerin beklediğini asla bilemeyiz ki. Ama yine de her birimiz merak etmiyor muyuz, daha fazla öğrenebileceğimiz neler var diye?

Dizinin sunucusu, “Biz insanlar, öyküler dinlemeyi hep sevmişizdir. Burada sahip olduğumuzu düşündüğüm şey şimdiye kadar anlatılmış en harika öykü: evrenin öyküsü, onun içindeki yerimiz ve onun içindeki bu yeri nasıl keşfetmeye başladığımız. Nihayet, bunu ekrana taşımak için yöntemlerimiz ve araçlarımız var." demiş. Okuduğumda oldukça etkilendiğimi söylemeliyim.

Mart ayında başlayacak dizinin adı ise Cosmos: A SpaceTime Odyssey. Sanırım öncelikle eski dizinin tüm bölümlerini izleyip yeni diziye başlama olayına gireceğim. Vakit bulabilirsem inşallah...

İçimde uyanan tüm bu merak ve heyecanla karışık ruh halinin akabinde, Pazar günü tazecik yapmış olduğum bir fırında pişmiş yağsız sebze yemeği harikası daha olan Karnabaharlı sünger keki 3 çatal darbesinde mideye indirdim. Bu yemek birden aklıma düşen, kendiliğinden oluşan bir tarifin eseri. Benzer bir tarif hiçbir yerde yok, o yüzden ismini çok düşündüm, ne desem diye. Kek gibi bir şey aslında ama, kek desem olmaz içinde şeker yok. Börek desem olmaz, içinde un yok. İçinde zeytinyağı dahi yok ama hem sıcak hem soğuk yendiğinde ayrı bir lezzete sahip efsanevi bir şey çıktı ortaya. Yine de en çok keki andırdığı için kek kelimesinde karar kıldım.





Kosmos muhabbetinden sonra da karhabaharlı kek muhabbeti biraz alakaya maydanoz oldu ama napalım, evrenin tüm derinliklerini merak etsek de damak tadının yeri her zaman ayrıdır, ayrı kalacak :)


15.02.2014

Bir garip kırmızı portakal ve Kan Portakallı Alt-Üst Kek


Bazı haftasonları Pazara gitmek için fırsat kolluyorum. Marketlere nazaran çok daha kaliteli ve taze ürünlerin bulunduğu Pazarlarda sadece o haftaya özgü, yeni gelmiş bir mahsul ararım hep. Çünkü  o meyve veya sebze de diğerleri gibi yılın belli bir döneminde en fazla 3-5 defa mamul verir, seralarda hormonlarla büyütülmez, bilimum kimyasal ilaçlarla korunmadan yetiştirilir genelde. Bunun sebebiyse, halkın o mamulü tüketim düzeyinin diğer hormonlulara nazaran çok az olmasıdır.  İşte o an, aradığım tam da odur. 

Bu hafta da aradığımı buldum neyse ki.


Görüntüsü mandalinayı andıran, ufacık tefecik içi dolu fıçıcık bir meyve: KAN PORTAKALI. Kırmızı renkli diğer besinler gibi bu meyve de antioksidan özelliği ve normal portakala nazaran çok daha fazla içerdiği C vitamini ile biliniyor. Üstüne bir de suyunu sıkıp, o enfes kırmızı renkli lezzeti tattığınızda her mevsim olsa keşke diyorsunuz.


Sevgililer Gününe inanmam ama bir kalp şeklinde tatlı gerçeği var


Yemek kitabı almazsa ölecek hastalığı baş gösteriyor bazen bende. Yine öyle anlardan birinde, Ocak ayının sonuna doğru, dayanamayıp Amazon'dan 3 kitap birden sipariş ediverdim. Normalde kitapların Amerika'dan gelme süresi 1 ayı bulur ama bugün, hiç beklemediğim anda kocaman bir sevgililer günü sürprizi oldular bana :) Hepsi de benim bebeklerim!




O kadar mutluyum ki, kitaplarımı kucaklayıp eve ışınlanmak için gerekli teknolojinin 2014 yılında hala geliştirilememiş olması bugün beni üzen tek şeydi.

Mutfakta genelde alışılagelmişin dışına çıkmayı severim ama nedense özel günlerde (yılbaşı, sevgililer günü veya bayramlar gibi) o özel günün konseptine uygun bir şey pişirmek isterim hep. Her Türk kadını gibi bende de geleneksel bir yan var işte, bende yok diyen kadın yalan söyler.

Son birkaç gündür sevgililer gününde kalp şekilli kalıplarımla ne yapsam diye araştırmalar yaparken, bugünkü sürprizlerimden Dessert by Alice Medrich kitabı imdadıma yetişti. Bu kitabı almadan önce inanın çok araştırdım. Özellikle tatlılar kategorisinde, bir çok yemek araştırma sitesi ve yemek kitabı adresinde en iyiler listesinin ilk üçünde yer alan, tatlı yapımının anayasası gibi bir kitap bu. Bu kocaman cazibeli kitabın yüzlerce çeşit tarifinden Sevgililer Günü için seçe seçe neyi seçtim dersiniz? Ekşi Limon Tatlısını! Kalp şekilli kalıplarda pişirdiğim bu küçük tatlı-ekşi şeyler, zaten güzel geçmiş olan günüm daha da nasıl güzelleşir sorusunun cevabıydı adeta.




11.02.2014

Durdurun dünyayı, diyete girdim!!


İnsanlık için küçük benim için büyük olan adımı geçen hafta spor salonuna yazılarak atmış bulunuyorum. Bu adımın devamının gelmemesi için evde büyük çatışmaya giren bazı taraflar var: Yemeğe olan zaafım ve onun safındaki bol tereyağlı lezzetli akşam yemeklerim, yeniden yapılıp blogda yerini almayı bekleyen harika hamur işi tariflerim, gecelerdir rüyama giren çikolatalı sufle.. ve diğerleri. Bir diğer saftaki öteki yanımsa sadece o kadar parayı boşuna mı verdim diyor, irademi de yanına çekmeye çalışarak.. Para kolay kazanılmıyor sevgili okuyucular. Kime söylüyorsun dediğinizi duyar gibiyim, dünya üzerinde nefes alan her insanın hayatında en az bir defa kurduğu bir cümledir bu. 

Bu savaşta en güçlü taraf olan zaafımı yenmek için bazı stratejiler geliştirdim. Canım diyet menüm dışında herhangi bir şey çektiğinde google'a Miranda Kerr yazıp tüm görsellere bakacağım. Yok yok, çok iyi bir örnek olmadı bu, zira kendisi zayıfçık, sarışın renkli gözlü, bense esmer bişeyim. Buldum! Monica Bellucci! Hem o hafif balık etli bir kadın, aşırı zayıflamak için kasmama da gerek kalmaz :) Daha sonra haftaiçi iş çıkışı programlarımı spor günlerime göre ayarlayıp, akabinde yeme alışkanlığımı bir düzene sokacağım.

Bu akşam hafif bir başlangıç yapmak istedim kalorisiz mutfağıma. Kış aylarının vazgeçilmezi, A vitamini, folik asit, B6, B1 ve B2 vitaminleri, hatta C, E ve K vitaminleri, kalsiyum, potasyum, fosfor, çinko ve demir içeren biricik sebze kereviz ile başlıyorum. Kerevizin nesi mi? Tabii ki çorbası! Hem de daha da fazla A vitamini takviyesiyle beraber.


Jamie Oliver'ın tarifini çorbanın kalorisini minimuma inecek şekilde değiştirdim. Daha sonra, koca bir kase çorbayı üzerine bir top süzme yoğurt ile ekmeksiz götürdüm. Nasıl doydum, nasıl doydum anlatamam. Lezzet ve sağlık fışkıran bu çorbayı özellikle spor sonrası öneriyorum :)


Elmalı Kereviz Çorbası

(6-8 kişilik)

2 yemek kaşığı zeytinyağı
2 orta boy kuru soğan (piyazlık doğranmış)
1 orta boy kereviz (sapıyla beraber)
3 adet amasya elma (çekirdekleri çıkarılıp dörde bölünmüş)
3-4 dal taze kekik yaprakları
1,5 lt su (sebze veya tavuk stoğunuz varsa daha iyi ama su da iş görüyor:))


Yapılışı:

Büyükçe bir tencerede zeytinyağını ısıtın. Piyazlık doğranmış soğan ve gelişi güzel doğranmış kereviz saplarını 10 dk kadar yumuşayıncaya kadar pişirin.

Daha sonra küp doğranmış kereviz, 4e bölünmüş elmalar ve kekik yapraklarını ekleyip bir 2-3 dk daha çevirin. Suyu ekleyip altını kısarak pişmeye bırakın.

Su ile birlikte tuz ve karabiberini ekleyip tatlandırın. Ortalama 30 dakikada pişecek. Kerevizler yumuşayınca ateşten alıp el blendırı ile pürüzsüz hale getirin.

Jamie Oliver bu çorbayı zeytinyağında kızartılmış taze adaçayı yaprakları ile süslemiş. Ne şans ki, buzdolabımda hala taze adaçayı yaprağı vardı, ben de bir deneme yapıp hemen çorbama ekledim. Fırsatınız olursa deneyin, bildiğimiz adaçayının nasıl bir tada büründüğüne şaşıracaksınız.

Bu çorbanın üzerine bir kaşık yoğurt da mükemmel bir lezzet katıyor. Benim tavsiyem ise, süzme yoğurt ile servis edilmesi.




9.02.2014

Hindistan Cevizli Böğürtlenli Tart



Dondurulmuş böğürtlen part 2!

Bir şeyi alıp buzdolabıma koymadan önce kırk kez düşünürüm. Bozulacak bir şey var mı, alacağım sebze veya meyve kaç gün dayanır, zamanım buzdolabında bekleyenlerin hepsini bozulmadan değerlendirmeye yetecek mi?... Kafamda deli sorular. Ama son kararım hiç değişmez:  "Önce dolaptakileri tüketeyim de sonra alışveriş yapayım en iyisi..."

Bu hafta evde çok fazla yemek yapmaya vakit bulamayacağımı bildiğimden, buzluktaki dondurulmuş zımbırtılara dadandım.

Geçtiğimiz hafta yoğurtlu kekin üzerine sos yaptığım bu böğürtlenlerin kalan kısmını nasıl değerlendirdiğime gelince..


Yine favori bloglarımdan birinde inanılmaz iştah açıcı fotoğraflarla yayımlanmış bir tarif beni benden aldı. Fotoğraflarda mükemmel ötesi görünen tarifi bu sefer kendi yorumumu katmadan birebir uyguladım. Daha doğrusu uygulamaya çalıştım ama yine içim elvermedi, üzerine ufacık minicik miniminnacık bir dokunuş yaptım. File badem dokunuşu oldu bu seferki. Görselliğe zenginlik kattığını ve tartla birlikte kavrulunca lezzetinin de katlandığını düşünüyorum. O sebeptendir ki, tarifimde opsiyonel olarak belirtmedim file bademi.
Lafı daha fazla uzatmadan tarife geçeyim en iyisi :)

Smitten Kitchen'dan uyarlandı.

Hindistan Cevizli Böğürtlenli Tart

(12 kişilik)

Malzemeler:


Taban için:
1 su bardağı + 2 yemek kaşığı un
1/2 su bardağı + 1 yemek kaşığı toz hindistan cevizi
1/2 su bardağı + 1 yemek kaşığı esmer toz şeker
1/4 çay kaşığı tuz (deniz tuzu olsa daha iyi)
6 yemek kaşığı erimiş tereyağı

Dolgu için:
1+1/2 su bardağı toz hindistan cevizi
6 yemek kaşığı toz esmer şeker
3 yumurta beyazı
1 su bardağı kadar böğürtlen (dondurulmuş hali de kullanılabilir çözünmesini beklemeye gerek yok:))
1 avuç kadar file badem

Peşin not: Esmer toz şeker yerine normal toz şeker de kullanılabilir ama esmer şekerin yoğun tadını veremeyeceği için ilk tercihiniz olmasa daha iyi :)


Yapılışı:

Fırını 180 dereceye ayarlayın.

Öncelikle tabanı yapacağız. Orta boy dikdörtgen bir fırın kabının her tarafını yumuşamış tereyağ ile hafifçe yağlayın. Un, hindistan cevizi, şeker ve tuzu bir kapta karıştırın Karışımın üzerine erimiş tereyağı döküp tüm malzemeler yağla bütünleşene kadar karıştırın. Bu karışımı fırın kabının tabanına döküp, üzeri sert, dümdüz bir tabaka olana dek sıkıştırın. Önceden ısıttığınız fırına koyup 15 dk kadar pişirip, soğumaya bırakın.

Taban soğurken üst dolguyu hazırlıyoruz. Yumurta beyazı, toz şeker ve hindistan cevizini karıştırın.

Birazcık soğumuş alt tabanın üzerine ikiye bölünmüş böğürtlenleri dizin. Üst dolgu karışımını da böğürtlenlerin arasını doldurmak suretiyle fırın kabına iyice yedirin. Böğürtlenlerin üzeri tamamen kapanmasın, tartın çekici görüntüsünü kaybetmek istemeyiz :) En son üzerine file bademleri serpip tekrar fırına verin. 20-25 dk kadar, üzeri hafif kızarana dek pişecek. Fırından çıkarıp, 10 dk kadar oda sıcaklığında beklettikten sonra keserek servis yapabilirsiniz.



Not: Hava geçirmez bir kapta 3-4 gün dayanıyor. Kare kare kesip, muhafaza edebilirsiniz.

AFİYET OLSUN :)

8.02.2014

Bolonya: Sokakları ekmek kokan İtalyan şehri


İtalya’nın mistik havasının ne kadar etkileyici olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Topu topu 3-4 gün geçirmiş olmama rağmen hala aklımdan çıkmayan detaylar ve zaman zaman kendimi iyi hissetmemi sağlayan güzel anlar geliyor aklıma bazen. Bazı gezilerin farklı bir etkisi olur ya bünyede; tatil bittikten sonra bile ara ara pozitif düşünceyi destekler ve uzun süre akıldan çıkmaz bazı tatiller, hemen yeniden gitmek istercesine… İşte İtalya da benim yeniden gidilecekler listemdeki yerini ilk sıralardan kapattı bile. Fırsat bulabildiğim en yakın zamanda diğer şehirlere de uğrayacağım inşallah. Floransa’da geçirmiş olduğum 2 günü yazmıştım. Şimdi de onun öncesinde 1 gece kalmış olduğumuz Bolonya gezisinden kısaca bahsedeyim.

Bolonya, Kuzey İtalya’nın Emilya-Romanya Bölgesinin başkenti olup, DÜNYANIN en eski üniversitesini barındıran şehir olma özelliğini taşıyor. Bolonya Üniversitesi 1088 yılında kurulmuş. Osmanlı’nın 1299’da kurulduğunu düşünürsek, henüz bizim tohumlarımız bile atılmamışken, atalarımızın doğumundan 200 yıl önce kurulmuş bir üniversite. Bu üniversitenin içinde çok ilginç bölümler de var, onlara birazdan değineceğim. Bir de bu şehrin İtalya’nın gurme merkezi olduğu söyleniyor. Zaten isminden de anlayacağınız gibi, makarnalarımıza sıklıkla eklediğimiz bolonez sosun çıkış noktası. Çok turistik olmayan, Roma, Venedik, Floransa gibi şehirlerin gölgesinde kalmış bu sakin, tarihi şehri her yönüyle çok beğendim…

Maggiore Meydanı

Bolonya nispeten küçük bir şehir aslında. Görülmesi gereken yerler birbirine çok yakın, tüm mekanlar yürüyerek tadı çıkarılacak cinsten. Bu şehre giden her turistin kendisini yürürken ortasında bulacağı büyükçe bir meydan var: Piazza Maggiore. Bu meydanda görkemli Neptün Çeşmesi, San Petronio Kilisesi, Salaborsa Kütüphanesi, Morandi Müzesi gibi hepsi birbirinden tarihi ve sanatsal mekanlar bulunuyor. Maggiore meydanından bir ara sokağa girdiğinizde Üniversitenin olduğu tarafa çıkabiliyorsunuz. Bolonya Üniversitesinin ortasında, dev kütüphanenin de bulunduğu avlu gibi yerde bir sure durup o tarih ve kültür kokan duvarlara bakarken çoook eski zamanlarda o amfilerde yıllarca okuduğumu hayal ettiğimi söylesem abartı olmaz sanırım.

Bolonya Üniversitesi
Özellikle tıpta çığır açan adımların atıldığı önemli bir üniversiteymiş burası. Anatomik Tiyatro olarak adlandırılan, eskiden tıp öğrencilerinin kadavra ile deney yaptığı, zannımca ilk otopsi çalışmalarının gerçekleştiği tamamen tahtadan oluşan bu oda, günün belli saatlerinde ziyarete açık oluyormuş. Ne şanslıyız ki, akşamüstü gittiğimiz alakasız saatte oda ziyarete açık ve bomboştu. Onun dışında da üniversite binasında neredeyse her odaya tek tek girdik zamanın nasıl geçtiğini anlamadan.

Teatro Anatomico
Santa Maria della Vita, Basilica di San Domenico ve Chiesa di San Martino da görülmesi gereken bazı kiliselerden. Buraları, Teatro Communal’ı, Asinelli ve Garisenda Kulelerini (2 Kule) de görüp günü sonlandırdık. Akşam yemeği menümüz tabii ki de bolonez soslu bir makarna içermeliydi, biz de otelimize yakın etraftaki güzel restoranlardan birini seçtik. Gittiğimiz mekan, local bir restoran/bar, Cinque 50. İştah açıcı olarak aldığımız caprese mozzarella o kadar büyük bir porsiyondu ki ev yapımı ekmekleri zeytinyağına bana bana kocaman buffalo mozzarella ile mideye indirince makarnalara küçücük bir yer kaldı. Tabii ki o minik yeri de tüm makarna tabaklarını sıyırmak suretiyle fazlasıyla doldurduk. Bolonez soslu tagliatellesi bizim alıştığımız lezzetlerin biraz dışındaydı çünkü yörenin kendine has etsuyu da ekleniyor yapılan makarnaya. Hatta bu yöreye has et sulu makarnalar da en çok tüketilenlerdenmiş. Bolonez sosu alıştığımız lezzetten farklı oldugu için porcini mantarlı tagliatelleyi daha çok beğendim. Porcini mantar kaynıyor her taraf zaten, nasıl bir ülke anlamadım, mantarlar her yerde bitiyor :)

Cinque 50
İtalya dediğimizde akla ilk gelen şarabın şampanyaya benzer gazlı versiyonunu da yapmış İtalyanlar. İspanyada cava denilen bu şarap cinsine burada lambrusco deniyor. Açıkçası cavayı beğenmiş biri olarak lambruscoyu beğenmediğimi söylemeliyim, sirkeli gazoz gibi bir şeydi. Daha kaliteli versiyonu daha güzel olabilir tabii ki, biz maalesef marketten 3 eur’ya aldığımız şişeden başka bir içki deneyemedik. :)

Daha üzerine çok konuşulabilecek bu şehirde ne yazık ki yalnızca 4-5 saatimiz vardı çünkü ertesi sabah erkenden Floransa’ya gidecektik. 666 basamaklı, tepesinden inanılmaz Bolonya manzarası izlenebilen Santuario di Madonna di San Luca’yı göremedik mesela, veya sıra sıra dizili hepsi birbirinden uygun ve kaliteli görünen kıyafet mağazalarındaki alışveriş fırsatlarını değerlendiremedik. Beklediğimizden gelişmiş ve doya doya vakit harcanması gereken bu şehre 1 gece daha ayırmadığımız için buruk bir dönüş yaptık İstanbul’a.

Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak Bolonya!

İstanbul'dan sevgiler.





4.02.2014

Aranıp da bulunamayan ara öğün: Şekersiz Kuru Erik Reçeli (Portakallı-Tarçınlı)


Yabancı blogları takip etmeye başladığım ilk zamanlar en çok ilgimi çeken tariflerden biri de bu % 100 doğal lezzetli mi lezzetli Erik Reçeli tarifiydi. Sıfır şeker, kuru eriğin tatlı aroması ve portakalın ekşimtrak lezzetiyle oluşan ve hafif bir tarçın aromasıyla taçlandırılan bu reçeli denemek için o akşam eve nasıl koştum hatırlamıyorum.




Diyet programı uygulamaya çalışan bayanlar bilir, ara öğünlerin hayati bir önemi vardır. Bu öğünler için çok fazla seçenek de bulunamadığından sıkıcı menulerden kurtulup yeni bir heyecan veya farklı bir meyve (mesela markette yüzüne bakmayacağınız garip garip egzotik meyveler) ya da ara öğünü abartıp normal öğüne çevirme konusunda karşı konulmaz bir istek olur. Off ne kadar zor kadın olmak! İşte böyle bir anımda imdadıma yetişen bu reçel haftalardır dolabımda bir kavanozda kendi halinde arz-ı endam ediyor. İlk yaptığımda düşündüm ki sonunda ideal ara öğünü buldum! Hoş bayadır diyet moduna da giremedim gerçi ama ara öğün sıkıntısı yaşadığım an imdadıma yetişen tek yiyecek bu :) Tavsiyem: yoğurt ve yulaf ezmesiyle tüketilmesi. İnanılmaz lezzetli ve doyurucu ölümcül bir şey oluyor.  Beni en çok benden alan ise, içinde gizli saklı kalmış olan tarçın tadı... :)

Şekersiz Kuru Erik Reçeli (Portakallı-Tarçınlı)

Orangette'den uyarlandı. 

Malzemeler:

500 gr kuru erik
1 büyük portakal (turunçgillerden herhangi bir meyve olabilir, mandalin limon gibi.. ama en çok portakal yakışıyor :))
1 çubuk tarçın


Yapılışı:


Portakalı yarım ay şeklinde ince ince doğrayın. Erikler de isteğe bağlı olarak 2ye bölünebilir. Ben bütün bütün koydum.

Büyükçe bir tencereye doğranmış portakal, kuru erikler ve çubuk tarçını koyup üzerini biraz geçecek şekilde su ekleyin. Kısık ateşte ağzı kapalı şekilde 40-50 dk pişirin. 


Birazcık suyunun katı, karamelize bir şekilde kalması ve meyvelerin de yumuşayıp karamelizeleşmesi lazım.

Reçelinizi biraz soğuduktan sonra, oda sıcaklığına geldiğinde servis edebilirsiniz. Kocaman bir kavanozda aylarca buzdolabında muhafaza edilebiliyor.


Bol sağlıklı ara öğünlere... :)

2.02.2014

Neşeli günler, gülen gözler.


Bu iki filmi hayatında en az 3 defa izlememiş bir Türk vatandaşı yoktur diye düşünüyorum.
Sevgi, saygı, aile ve bağlılık kavramlarına odaklı filmler aslında Münir Özkul'un "baba" figürü Adile Naşit'in "anne" figürü ile, ailenin daha küçük bireylerinin herşeye rağmen birbirine deli gibi bağlı, birbirini koruyan kollayan kardeşler olmasından ibaret.  Yabancıların "feel good movie" dedikleri cinsten bu 2 filmi izlerken buruk bir sevinç hisseder, bittiğinde ise gerçekten gülen gözlerle bakarsınız hayata.  En azından ben öyleyim. Öyleydim..  Küçükken.

Büyüdükçe değişti düşüncelerim ve aslında iyi hissetmek için televizyon, sinema, tiyatroya ihtiyacım olmadığını gördüm. Neden mi? Çünkü benim hayatımda sürekli dönen bir "feel good movie" var: Dostlarımla görüştüğüm anlar.

Çok şükür ki hayatımda hep olan bundan sonra da hep olacaklarını bildiğim dostlarımın çoğu üniversiteden, azı liseden, birazı iş yerinden, çok azı da küçükken yaşadığım mahalleden :)


Geçtiğimiz Pazar günü, bizim üniversiteden kızları kahvaltıya çağırdım. Zaten her hafta mutlaka görüşürüz ve her görüşmemizde 4 ile 8 arasında değişir sayımız. Bizim bu denli sık görüşmek için nasıl zaman bulduğumuza ve bağlılığımıza şaşıran çok fazla insan var aslında çevremizde. İtiraf edeyim, bazen biz de şaşırıyoruz :) Ahh bir de bir araya gelince konuştuklarımızı bilseler... :) Bizim kızların hepsi o kadar değişik, özgün ve eğlenceli kişiliğe sahipler ki, Gülse Birsel hiçbir karakteri değiştirmeden bir sit-com dizi çekse en az 8 sezon reyting rekorları kırarız. Ama benim için daha önemlisi, hepsinin ortak bir özelliği var, hayatımın sonuna dek yeter de artar dediğim.. Üzgün ve sıkıntılı olduğum anlarda derdimi unutturan, mutlu olduğum anlarda da mutluluğumu paylaşan dostlarım onlar. Bu meziyet herkese nasip olmaz ama her birinde bir şekilde olmuş işte..İyi ki varlar, iyi ki de birbirimizi bulmuşuz...



Bu güzel Pazar sabahı için ben de özene bezene bir kahvaltı sofrası hazırladım, ama en heveslendiğim, en özendiğim kısım kahvaltı sonrası kahve-kek aşamasıydı. Lime da denilen yeşil limon ile yaptığım yoğurtlu kekin üzerine yazın bol bol alıp buzluğa atmış olduğum böğürtlenlerle sos yaptım. Lime'ın hafif ekşimsi tadını böğürtlen sosuna da ekleyip tüm lezzetlerin tek bir lokmada birleşmesini sağladım ve ortaya tarifsiz bir şey çıktı. Bu kekin ismi artık "feel good cake" ten başka bir şey olamaz.:)




Smitten Kitchen'dan uyarladım. Tarifte lime yerine sarı limon da kullanabilirsiniz.


Yoğurtlu Limonlu Kek (Böğürtlen Soslu) 


(8 kişilik)

Malzemeler:

1 su bardağı yoğurt
1/3 su bardağı zeytinyağı
1/4 su bardağı lime suyu
1 lime kabuğu rendesi
1 su bardağı toz şeker
2 yumurta
1 2/3 su bardağı un
2 çay kaşığı kabartma tozu
1/8 çay kaşığı tuz

Sos İçin:

1 su bardağı kadar böğürtlen (dondurulmuştan başka şansımız yok şu an)
1/4 su bardağı su
3 yemek kaşığı toz şeker
2 yemek kaşığı lime suyu



Yapılışı:

Fırını 175 dereceye ayarlayın.

Yuvarlak bir kek kalıbının tabanını ve kenarlarını sıvı yağla hafifçe yağlayın. Kalıp kelepçeli olursa daha iyi olur, ayırması kolay olur.  Bir karıştırma kabında, yoğurt, zeytinyağı, şeker, lime suyu ve lime kabugu rendesini karıştırın. yumurtaları da teker teker ekleyerek her eklemeden sonra karışıma yedirecek şekilde çırpın. Un, kabartma tozu ve tuzu başka bir kaba eleyip homojen karışmasını sağlayıp daha sonra sıvı karışımın içine dökün. Sıvı ile kuru karışımların tahta kaşıkla birbirine karışmasını sağlayın. Karışımı kek kalıbına döküp fırına verin ve 40 dk kadar pişirin.


Üzeri kızarınca ve kürdan batırma testini yaptığınızda kürdan temiz çıkarsa pişmiş demektir. 10 dk kadar oda sıcaklığına geldikten sonra üzerine pudra şekeri veya sos ile servis edebilirsiniz.

Sos için:

Böğürtlen, su, şeker ve lime suyunu robotta homojen hale gelinceye kadar karıştırın. Sosu kapalı bir kapta buzdolabında saklayın. Yiyeceğiniz zaman sosu buzdolabından çıkarıp kekin üzerine dökerek servis yapın.


Önemli Not! Kek oda sıcaklığında, hava almayan bir kapta, sos ise soğuk olarak muhafaza edilmeli. 3 gün kadar dayanıyorlar. Sosu fazla yaptıysanız bir kısmını buzlukta dondurarak daha uzun süre de muhafaza edebilirsiniz.