21.07.2014

Brüksel'de bir gün..


Dolu dolu beş günlük keyifli Paris gezisinden sonra birdenbire Brüksel'in kasvetli sokaklarında bulunca kendimi bir tuhaf hissettim. Kesin ve net söyleyebilirim ki şimdiye dek gördüğüm en sevimsiz ve sıkıcı Avrupa şehri Brüksel. Aslında Brüksele gitmemizin en büyük nedeni Brugge’de de bir gün geçirecek olmamızdı; tabi koskoca Belçikanın hatta ve hatta Avrupa Birliğinin de başkenti olmasının da etkisi var bu kararımızda... Bizim Ankara’nın Avrupa versiyonu diyebiliriz, yok yok vazgeçtim, Ankaraya haksızlık etmeyeyim; üniversite yıllarımın geçtiği şehir ne de olsa, yeri her zaman ayrı :) Neyse lafı çok uzatmadan Dünya Kupası 2014'ün başlangıcına denk gelmesi ile çok sıkıcıdan az sıkıcıya terfi eden Brüksel gezimiz ile ilgili kısaca gezilip görülebilecek sayılı yerlerden bahsedeyim hemencecik. 

Giriş notu ve kulaklara küpe: Sizin de bir gün yolunuz düşerse benim gibi, bu şehre 1 günden fazla ayırmayın.


Paris-Brüksel arası trenle yaklaşık 1saat 20 dakika sürüyor. Biz de sabah 11:00 civarında otele bavullarımızı bırakıp şehir turuna dalıverdik. İnanılmaz karanlık, sokaklarında yürümesi çok zevkli olmayan küçücük bir şehir burası. Biz yaz mevsiminde gitmemize rağmen böyleydi, kışın baya baya depresif bir hal alıyordur kesin. Metroya biner binmez bu durumu teyit de etmiş olduk, çünkü metronun içindeki reklam panolarında çeşitli psikolog numaraları yer alıyordu. (-vuu..ürkütücü..-)

Brüksel'de görülecek ihtişamlı bir kilise var: St Michael Kilisesi. Onun dışında Notre Dame’a benzeyen birkaç kilise daha var, Notre Dame du Sablon ve Notre Dame de la Chappelle Kiliseleri de görmeye değer yerlerden. Onun dışında şehir merkezine gelmeden görülebilecek yakın yerler Jardin du Sablon, Brüksel Garden, Royal Palace, Jardin des Sculptures (içinde 2-3 tane heykelin bulundugu bakımsız bir havuz) olarak özetlenebilir.

St Michael Kilisesi


Brüksel de tüm Belçika şehirleri gibi çikolata ve biralarıyla ünlü. Abartmıyorum her sokakta en az 2-3 adet çikolata dükkanı var. Bunlardan en yaygın ve popüler olan markalardan aklıma gelenler Neuhaus, Leonidas, Godiva, Pierre Marcolini. Pierre Marcolini’de sıcak çikolata içmiş ve diğer markaların büyük çoğunluğunun çikolatalarını denemiş biri olarak hepsinin birbirine benzediğini ve pek de bir numarası olmadığını söylemeliyim. Bildiğimiz çikolatadan çok bir farkı yoktu açıkçası. Oysa Brüksele gelmeden düşlediğim tek şey yediğim an ağzımda eriyecek yoğun ve gerçek çikolata tadıydı… Ah ahh hayallerim yıkıldı! :( Buraya ufak bir not da düşeyim: Leonidas’ın çikolataları diğerlerinin yarı fiyatı neredeyse; ama Neuhaus’un çikolatalarını diğerlerine nazaran bir tık daha kaliteli buldum. Bir de, Pierre Marcolini’nin sıcak çikolatası tavsiye. :)


Brüksel’in meşhur bir başka atraksiyonu ise Manneken Pis. Yıllardır neredeyse her hafta farklı bir kostüm giydiriliyormuş bu heykelciğe, ama biz gittiğimizde çıplaktı :) Her yerde bu sevimli heykelciğin anahtarlıkları, minyatürleri, kartpostalları satılıyor. Tam bir pazarlama harikası. Şehrin de simgesi aslında. Havuza işeyen küçücük bronz bir heykel işte yahu... Arkasındaki hikayeler de pek ilgimi çekmedi açıkçası.  (Şehri yerden yere vurdum yalnız :)) Neyse şimdi Brükselle ilgili en güzel şeye gelip olumsuz yaklaşımımı değiştiriyorum: BİRALAR!

Manneken Pis
Merkezde en fazla bira çeşidini barındıran meşhur breweryler Delirium ve Moeder Lambic bence. Manneken Pis’e yürüyerek 2 dk uzaklıkta bulunan Moeder Lambic’in Fontainas Şubesinde birer bira içmek için oturduk biz de. O kadar çeşit var ki hangisini içsek nolur diye düşünmeden kafamıza göre seçiverdik biraları.Yanında atıştırmalık olarak da arpa getiriyorlar, vallahi güzel fikir; daha önce hiç görmemiştim hiç düşünmemiştim açıkçası. Biranın hammaddesi halbuki. :) Biraları içip biraz neşemiz yerine geldikten sonra Grand Place ve Town Hall bölgesine yürüdük. Bu bölgeyi beğendim -sonunda!- :) Zaten şehrin kalbi yalnızca burada atıyor. (Sanırım Brüksel'e her sokağından tarih ve kültür fışkıran Paris’ten sonra gitmemiz pek hoş olmadı, o sebeple pek beğenememiş de olabilirim…) Merkezde güzel bir kilise daha var, St. Nicholas Kilisesi. Onun dışında birkaç atraksiyon daha var ama benim en çok hoşuma giden alakasız sokakların duvarlarında karşımıza çıkan ve baştanbaşa tüm duvarı kaplayan çizgi roman çizimleriydi. Brüksel çizgi romanlarıyla da ünlü bir şehir belirteyim; Ten Ten’in Maceraları, Şirinler hatta Redkit de bu şehirden çıkmış.

Gay mahallesinin duvarından

Akşam yemeğinden önce merkezin çevresindeki ara sokaklarda dolanırken yalnızca 1 haftalık festival tadında düzenlenmiş Brezilya haftasına denk geldik. Aynı bizdeki üniversite şenlikleri gibi düzenlenmiş festival alanında canlı konser veren Brezilyalı bir grubu, salaş standların birinden aldığımız mojito eşliğinde dinledik. Brüksel'de en eğlendiğim anlardan biriydi... Hiç tanımadığım insanların arasında bambaşka bir kültürün içinde, bambaşka bir Avrupa şehrinde, üniversite yıllarından kalma gençlik coşkusunu yaşamak paha biçilemezdi!! (sanki 50 yaşındayım yahu.. İş hayatına atılalı topu topu 6 yıl oldu halbuki.)
Şehir Merkezi (Town Hall)
Akşam yemeği için  Brüksel'e gidince yemeden dönmeyin dedikleri güveç içinde buharda pişirilmiş midyelerden denemek için en meşhur midyeci Chez Leon'a oturduk. Midye çorbası yanında kerevizli-soğanlı-tereyağ sosunda pişmiş midyelerden yedik. Zaten bu Avrupalıların mutfak konusunda öğrenmeleri gereken çooook şey var demek istiyorum kusura bakmazsanız... Vallahi bunu da pek beğenemedim :( Bilmiyorum belki de yemek için yanlış yeri tercih etmişizdir...

Chez Leon
Brüksel'e gelmişken waffle yemeden de olmazdı tabii ama wafflelarını da maalesef bizim Abbas'ın eline su dökemez nitelikte buldum. İyice müşkülpesent bir insana dönüşüyorum sanırım...

Neyse ki akşamları çeşit çeşit biralardan deneme şansımız oldu hep, birazcık nimetlerinden faydalanabildik Brüksel'in. (anında pozitivizme dönüş:))



Ertesi gün sabah erkenden Brugge'e gidip akşamında Brüksel'e geri döndük. Brugge maceralarımı başka bir yazıya saklıyorum ama Brüksel'de yediğimiz son akşam yemeğinden bahsetmesem ayıp olur. Sadece şarküteri, et ve patates türevleri içeren Avrupa menulerinden baydığımızdan, değerlendirmeleri iyi olan bir thai restoranını tercih ettik bu sefer. Mekanın adı Mam Mam. Ana yemek olarak muz yaprağında pişmiş peanut soslu tavuk ve kırmızı körili hindistan cevizi sütü soslu biftekten söyledik. Çok şükür rabbime, baharata aç Türkiş midelerimiz bayram etti sonunda! :) Bu mekanı tavsiye ederim, yemeklerin hepsi çok lezzetliydi. Akşam çöktüğünde, güzelce baharata doymuş midelerimizi de yanımıza alıp 2014 dünya kupasının birinci grup maçlarından İtalya-İngiltere maçını izlemek üzere otelimize döndük. Marketten henüz denemediğimiz 5-6 çeşit birayı ve çerezleri de sırtlandıktan sonra tabii.. Favori biram ise : KWAK! (Orijinal kum saati şeklindeki bardağında içilmesi tavsiye edilir:)) Ehh işte bir Brüksel macerası da böylece bitti. Umarım bir daha başka Brüksel macerası olmaz. Biralarını yakın başka yerlerden buluruz elbet :)

Sevgiler.








Hiç yorum yok :

Yorum Gönder