8.02.2014

Bolonya: Sokakları ekmek kokan İtalyan şehri


İtalya’nın mistik havasının ne kadar etkileyici olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Topu topu 3-4 gün geçirmiş olmama rağmen hala aklımdan çıkmayan detaylar ve zaman zaman kendimi iyi hissetmemi sağlayan güzel anlar geliyor aklıma bazen. Bazı gezilerin farklı bir etkisi olur ya bünyede; tatil bittikten sonra bile ara ara pozitif düşünceyi destekler ve uzun süre akıldan çıkmaz bazı tatiller, hemen yeniden gitmek istercesine… İşte İtalya da benim yeniden gidilecekler listemdeki yerini ilk sıralardan kapattı bile. Fırsat bulabildiğim en yakın zamanda diğer şehirlere de uğrayacağım inşallah. Floransa’da geçirmiş olduğum 2 günü yazmıştım. Şimdi de onun öncesinde 1 gece kalmış olduğumuz Bolonya gezisinden kısaca bahsedeyim.

Bolonya, Kuzey İtalya’nın Emilya-Romanya Bölgesinin başkenti olup, DÜNYANIN en eski üniversitesini barındıran şehir olma özelliğini taşıyor. Bolonya Üniversitesi 1088 yılında kurulmuş. Osmanlı’nın 1299’da kurulduğunu düşünürsek, henüz bizim tohumlarımız bile atılmamışken, atalarımızın doğumundan 200 yıl önce kurulmuş bir üniversite. Bu üniversitenin içinde çok ilginç bölümler de var, onlara birazdan değineceğim. Bir de bu şehrin İtalya’nın gurme merkezi olduğu söyleniyor. Zaten isminden de anlayacağınız gibi, makarnalarımıza sıklıkla eklediğimiz bolonez sosun çıkış noktası. Çok turistik olmayan, Roma, Venedik, Floransa gibi şehirlerin gölgesinde kalmış bu sakin, tarihi şehri her yönüyle çok beğendim…

Maggiore Meydanı

Bolonya nispeten küçük bir şehir aslında. Görülmesi gereken yerler birbirine çok yakın, tüm mekanlar yürüyerek tadı çıkarılacak cinsten. Bu şehre giden her turistin kendisini yürürken ortasında bulacağı büyükçe bir meydan var: Piazza Maggiore. Bu meydanda görkemli Neptün Çeşmesi, San Petronio Kilisesi, Salaborsa Kütüphanesi, Morandi Müzesi gibi hepsi birbirinden tarihi ve sanatsal mekanlar bulunuyor. Maggiore meydanından bir ara sokağa girdiğinizde Üniversitenin olduğu tarafa çıkabiliyorsunuz. Bolonya Üniversitesinin ortasında, dev kütüphanenin de bulunduğu avlu gibi yerde bir sure durup o tarih ve kültür kokan duvarlara bakarken çoook eski zamanlarda o amfilerde yıllarca okuduğumu hayal ettiğimi söylesem abartı olmaz sanırım.

Bolonya Üniversitesi
Özellikle tıpta çığır açan adımların atıldığı önemli bir üniversiteymiş burası. Anatomik Tiyatro olarak adlandırılan, eskiden tıp öğrencilerinin kadavra ile deney yaptığı, zannımca ilk otopsi çalışmalarının gerçekleştiği tamamen tahtadan oluşan bu oda, günün belli saatlerinde ziyarete açık oluyormuş. Ne şanslıyız ki, akşamüstü gittiğimiz alakasız saatte oda ziyarete açık ve bomboştu. Onun dışında da üniversite binasında neredeyse her odaya tek tek girdik zamanın nasıl geçtiğini anlamadan.

Teatro Anatomico
Santa Maria della Vita, Basilica di San Domenico ve Chiesa di San Martino da görülmesi gereken bazı kiliselerden. Buraları, Teatro Communal’ı, Asinelli ve Garisenda Kulelerini (2 Kule) de görüp günü sonlandırdık. Akşam yemeği menümüz tabii ki de bolonez soslu bir makarna içermeliydi, biz de otelimize yakın etraftaki güzel restoranlardan birini seçtik. Gittiğimiz mekan, local bir restoran/bar, Cinque 50. İştah açıcı olarak aldığımız caprese mozzarella o kadar büyük bir porsiyondu ki ev yapımı ekmekleri zeytinyağına bana bana kocaman buffalo mozzarella ile mideye indirince makarnalara küçücük bir yer kaldı. Tabii ki o minik yeri de tüm makarna tabaklarını sıyırmak suretiyle fazlasıyla doldurduk. Bolonez soslu tagliatellesi bizim alıştığımız lezzetlerin biraz dışındaydı çünkü yörenin kendine has etsuyu da ekleniyor yapılan makarnaya. Hatta bu yöreye has et sulu makarnalar da en çok tüketilenlerdenmiş. Bolonez sosu alıştığımız lezzetten farklı oldugu için porcini mantarlı tagliatelleyi daha çok beğendim. Porcini mantar kaynıyor her taraf zaten, nasıl bir ülke anlamadım, mantarlar her yerde bitiyor :)

Cinque 50
İtalya dediğimizde akla ilk gelen şarabın şampanyaya benzer gazlı versiyonunu da yapmış İtalyanlar. İspanyada cava denilen bu şarap cinsine burada lambrusco deniyor. Açıkçası cavayı beğenmiş biri olarak lambruscoyu beğenmediğimi söylemeliyim, sirkeli gazoz gibi bir şeydi. Daha kaliteli versiyonu daha güzel olabilir tabii ki, biz maalesef marketten 3 eur’ya aldığımız şişeden başka bir içki deneyemedik. :)

Daha üzerine çok konuşulabilecek bu şehirde ne yazık ki yalnızca 4-5 saatimiz vardı çünkü ertesi sabah erkenden Floransa’ya gidecektik. 666 basamaklı, tepesinden inanılmaz Bolonya manzarası izlenebilen Santuario di Madonna di San Luca’yı göremedik mesela, veya sıra sıra dizili hepsi birbirinden uygun ve kaliteli görünen kıyafet mağazalarındaki alışveriş fırsatlarını değerlendiremedik. Beklediğimizden gelişmiş ve doya doya vakit harcanması gereken bu şehre 1 gece daha ayırmadığımız için buruk bir dönüş yaptık İstanbul’a.

Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak Bolonya!

İstanbul'dan sevgiler.





Hiç yorum yok :

Yorum Gönder