Sabah ilk iş metroya atlayıp Montjuic Parkı'na doğru yola koyulduk. Parkın tepesinde eski bir kale ve Barcelona manzarası bulunuyor. Tepeye fünikülerle de çıkılması mümkün ama biz her zamanki gibi yürümeyi tercih ettik. Dağın tepesi biraz yokuş yukarı olması dışında gayet yürünebilecek uzaklıkta. Hatta sanırım 15 dk gibi kısa bir sürede tepedeydik. Tepede kalenin giriş ücreti olmadığını öğrendiğimizde Barcelona’da böyle bir yer bulduğumuza şaşkınlık ve sevinç karışımı bir tepki verdik. :) Havanın güzelliğine ek olarak limanın ve uçsuz bucaksız denizin verdiği huzur bu tepede doruğa çıkıyor inanın. Tepeden aşağıya, geldiğimiz yöne doğru geri dönüp, metro durağından ters yöne yani daha da aşağı doğru yürüdüğümüzde o bölgedeki diğer atraksiyonlar karşımıza çıkıyor. Joan Miro’nun müzesi, Botanik bahçe vesaire de bu tarafta yer alıyor. En aşağıya indiğimizde ise Magic Fountain denilen, kışın yalnızca Cuma ve Cumartesi akşamları ışıklı, müzikli su gösterileri yapılan büyükçe tarihi çeşmenin önüne geldik. Çeşmenin orada küçük yapay bir şelale de bulunuyor. Biz burayı gündüz görmüş olduk artık, Cuma ve Cumartesi akşamları başka planlarımız olduğundan şovu izleyemedik ne yazık ki.. Magic Fountain’a en yakın metro durağı Plaça Espanya. Burada bir de büyük alışveriş merkezi bulunuyor, bizim Şişli Cevahir’e benzettim ben. Vaktiniz olursa girip bakabilirsiniz belki. Barcelona’da birçok mağazanın Şubesini bir arada bulabileceğiniz nadir yerlerden. :)
Günün devamında, metro ile Barcelona futbol takımının kalesi olan Camp Nou’ya geçtik. Stadı gezmek ve müzeyi görmek için 23 eur vermeniz gerekiyor. Deli gibi Barcelona fanatiği olmadığımız için bu masrafa girmeyi tercih etmedik, ama eğer orada olduğumuz tarihlerde bir futbol maçı olsaydı kesin giderdik. Stadın atmosferi inanılmaz heyecanlıymış. Şans işte…Bize pek uğramıyor..:) Stadın giriş kısmında Barcelona takım ürünlerinin resmi mağazası var. Eğer stadın içine girmeyecekseniz, bu mağazadan başka bir şey göremezsiniz. Yani taa oralara kadar yol teperek yorulmayın boşuna.. Biz de biraz mağazada dolaşıp şehir merkezi tarafına geri döndük ama Poble Sec metro durağında indik. Buraya yakın bazı ara sokaklarda meşhur tapasçılar var. En meşhur ve en güzellerinden olan Quimet Quimet’i denemek için gittiğimizde kapanıyordu. Saatten yana şansımız hiç yaver gitmedi şu şehirde ya! Neyse ki yakın sokaklarda açık ve güzel başka mekanlar da vardı, genelde gençlerin öğrencilerin içki içip takıldığı… Biz de Blanc isminde bir mekana oturduk. Burada mezeler(yani tapaslar) açık büfe şeklinde farklı renkte küçük kaselerde duruyor. Siz istediğiniz kadarını ve içkinizi kendiniz alıyorsunuz, hesabı öderken de farklı renkteki kaseciklerinizin fiyatını hesaplıyorlar. Pratik ve eğlenceli bir uygulama :) Yediğimiz tüm mezeler gibi bunların da fotoğrafları cıvıl cıvıl aşağıda…
Karnımızı doyurduktan sonra Las Ramblas’a doğru yürüdük. Oradan da Barcelona’ya geldiğimizden beri deniz göremediğimiz için sahil tarafına inelim dedik. Kolomb’un heykeline doğru indiğinizde sahil boyunca yürürseniz Barcelonata plajına doğru inersiniz. Biz de marina tarafında biraz yürüyüş yapıp akşam nerede yemek yiyeceğimizi araştırmaya başladık. O akşamın yöresel yemeği paella’ydı. Paella denilen şey bildiğimiz pilavın deniz ürünlü domates soslu yapılmış hali aslında. Ama yine de deneyin. Sangria ile iyi gidiyor :)
4. Gün
Bugünkü ilk durağımız Ciutadella Parkı. Bu parkın içinde hayvanat bahçesi de bulunuyor. Biz şöyle bir gezip doğanın kokusunu içimize çektikten sonra meşhuuur Barcelonata Plajı'nı bir de gündüz görelim deyip rotamızı o yöne çevirdik. Kışın ortasında olmamıza ragmen plaj cıvıl cıvıldı.. Hatta gözlerime inanamadım, denize giren çılgın bir amca bile vardı. Denize nazır bir cafede kahvemizi yudumladıktan sonra Picasso Müzesi'ni ziyaret için yine favorimiz El Born bölgesine doğru yola koyulduk. Burada önemli detay: Picasso müzesi her ayın ilk Pazar günü sabahtan akşama kadar, onun dışındaki Pazar günleri ise 15:00-20:00 arası giriş ücreti almıyor. Normal günlerde ücretin 13 eur olduğu düşünülürse Pazarları gitmekte fayda var.:) İçeride foto çekmek yasak, ustaya saygımdan gizli çekim de yapmadım, ellerim titredi vallahi. Gidin, görün. Burada sanırım bir cümle daha söylemem gerekiyor. Picasso’ya hayranım. :)
Akşam yemeğinde artık sebze yiyelim mideler iyice bozuldu dedikten sonra tripadvisor’da puanı oldukça yüksek sebze ağırlıklı menusu olan bir restorana gittik. Mekanın adı Teresa Carles. Yemeklere tek kelime ile, ba-yıl-dım! Teresa abla sebzelerden harikalar yaratmış. Pirinç yerine buğdaydan yapılmış risotto yedik mesela. İnanılmaz sağlıklı ve yaratıcı bir fikir. En kısa zamanda deneyeceğim. İşte yediğimiz yemekler….
![]() |
Patlıcanlı milföy pasta/Kuşkonmazlı buğday risotto/Kızarmış sebze topları |
5. Gün

Hiç yorum yok :
Yorum Gönder