21.12.2013

Barcelona Barselona...


Yemek ve gezmek.. Dünya üzerinde yaşama sebeblerin neler diye sorsalar bu iki kelime kesinlikle ilk beşte yer alır. Peki her tatil planından önce gideceği yeri didik didik araştıran, not alan, rotasını çizen, tatil ekonomisini ayarlayan, başka bir deyişle bu işe ciddi ciddi mesai ayıran bir gezikoliğin gözünden Barselona şehrini merak ediyor musunuz? İşte sokak sokak Barcelona...

Avrupa’nın en yaşanılası ve iklimi en ılıman Akdeniz şehirlerinden birine gitmemiz bu sene kış aylarına kısmet oldu. Kışın tatil yapabilmenin bir başka yolu da karda kayak yapmaktır herhalde; ama o bizi pek açmıyor neyse ki :) Aralık ayının ilk haftasında gittik Barcelona’ya. Şehirde 5 tam gün herşeyi görmeye anca yeter diye daha kısa tutmayarak doğru bir karar vermişiz diye düşünüyorum. Aslında, Antonio Gaudi hiç doğmasaymış bu şehre maximum 2 gün yetermiş. Yazdıklarımı okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız... :)

Bacelona'nın tüm görülecek yerlerini birazcık detaylı yazacağım şimdi, yılmadan okuyabilen olursa tabi.

Umarım.. :)

1. Gün


Otelimiz Eixample bölgesinde Metroya çok yakın bir konumda olduğu için Havaalanından gidişimiz oldukça kolay oldu. Havaalanından şehir bölgesine hem otobüs hem de bizim Havaş’a benzeyen Aerobus’lar var. Biz Aerobus’a kişi başı 5,90 eur vererek şehir merkezine inip oradan metro ile otelimize geçiverdik. Otelin fiyatı ve konumu çok uygun, temizliği de iyiydi. Merak edenlere ismini de yazalım: Acta Antibes.

Otele vardıktan sonra eşyaları odaya atıp hemen şehri keşif turumuza başladık. Gaudi’nin tasarlayıp yapımına başladığı ve yıllardır inşaatı bitmeyen ünlü La Sagrada Familia Katedrali ilk durağımız. Kilisenin içinin çok özgün bir dizaynı var. Gaudi’nin tarzını direkt yansıtıyor. Barcelona’ya gittiğinizde Gaudi’nin stilini hemen anlayacaksınız zaten. Katedralin girişi 16 eur. Barcelona’da tüm eserleri görmek inanılmaz pahalı, biz bir çoğunda o kadar masraf yapmaya gerek görmediğimiz için hepsine girmedik. Ama Sagrada Familia hakkaten görmeden dönülmeyecek bir yer. Tüm katedrali gezdikten sonra çıkış tarafında Müze de var, dizaynın son hali alana kadar hangi aşamalardan geçtiğini tek tek görebiliyorsunuz. İnanılmaz bir çalışma işi. Ama yüzyıl olmuş neredeyse, hala bitmemesi biraz da enteresan geldi. Bu ünlü katedralin mevcut popularitesini kaybetmemek için özellikle bitirilmediğine kanaat getirdik biz de :)
La Sagrada Familia




Sagrada Familia’dan çıktıktan sonra, şehrin en cıvıl cıvıl kafe, bar, alışveriş mekanları ve restoranlarla dolu bölgesi El Born’a kadar yürüdük. Taş binalarla çevrili ara sokaklarda minik minik kafe-barlara girip çıkmak kadar eğlenceli bir şey olamaz sanırım. Biraz dolaştıktan sonra, gelmeden önce herkesin tavsiye etmiş olduğu La Paradeta Balıkçıs'ına doğru yola koyulduk. La Paradeta’nın şehirde 4 Şubesi var. Mekana girdiğinizde çoğu canlı olmak üzere birçok kabuklu deniz ürünü sizi karşılıyor. Istediğiniz kadarını seçip masanıza geçiyorsunuz, Mutfakta piştikçe her masa numarasını tek tek bağırıyorlar, siz gidip tazecik balıklarınızı alıyor, yemeye başlıyorsunuz. En çok beğendiğimiz yer burası oldu, Son gün de gitmek istedik ama Pazartesileri kapalıymış. Ah bu Katalanlar! Zaten kendilerinin kafalarına göre mekan kapatmasından dolayı tatil boyunca yiyecek yer bulmakta baya zorlandık. Ama yine de tüm tercihlerimiz baya iyidi.. Mekan isimleri sonraki paragraflarda devam edecek.. :)







2. gün

Sabah erkenden bir başka Antonio Gaudi eseri olan Parc Güell’e gitmek için yola koyulduk. Birazcık uzak sayılabilecek bir konumda olan Parka ulaşmak için, metro çıkışından sonra da bir 15-20 dk yürümek gerekiyor. 2 yıl once gittiğimde giriş ücreti bulunmayan park bu sene 8 eur olmuş. Baya saçma olmuş gerçekten. Gaudi yaşıyor olsaydı bu duruma baya içerlerdi sanırım. Eski fotoğraflardan bir iki tanesini ekliyorum. Bence 8 eur verip girilecek bir yer değil. O paraya El Born’da 3 bira içersiniz :) Biz de parkın içine giremeden çevresinde biraz takılıp şehir merkezine de yakın olan Passeig de Gracia (Gracia Caddesi)'ne döndük. Gracia caddesinde, 1900’lü yılların başlarında Gaudi’nin, Barcelonanın vakti zamanında oldukça varlıklı sayılabilecek 2 ailesi için dizayn etmiş olduğu ünlü evler bulunuyor: Casa Battlo ve Casa Mila (La Pedrera). Bunların giriş ücretleri de 16,5 eur. İlgisi olanlar için görülmeye değebilir. Ben bir önceki gidişimde Battlo'ya girmiştim, ince ince düşünülmüş iç dizayn detayları baya etkileyici.. 

Casa Battlo Salon
Doğaya ve doğal ürünlere baya takıntılı olduğumdan, Gaudi'nin doğadan esinlenerek yarattığı sanat çok hoşuma gidiyor. Casa Mila'nın içini görmedim ama onun da oldukça çarpıcı olduğu söyleniyor. Casa Mila yakınlarında kahvaltı yapılabilecek güzel bir mekan bulmuştuk ama yine nedensiz bir şekilde kapalıydı. (Mekanın adı D’aqui. Denk gelirseniz deneyin, bizim içimizde kaldı.) Gracia caddesinden aşağıya doğru dümdüz indiğinizde Plaça Catalunya denilen şehir merkezi karşımıza çıkıyor. Bizim İstiklal Caddesini andıran meşhur cadde Las Ramblas da bu tarafta. Zaten Barcelona denince akla ilk burası geliyor. Las Ramblas’ta en bayıldığım yer şüphesiz La Boqueria Market oldu. Bu Pazarda genellikle tropik meyveler, deniz ürünleri, peynir ve baharat altenatifleri bir de çeşit çeşit çikolata şekerlemeler satılıyor. Tropik meyve karışımlarından ve taze sıkılmış meyve sularından içmeden çıkamadık elbette. Ve tabi ki gördüğümüz tüm garip meyveleri de denedik. Alışageldiğimiz lezzetlerden farklı değil aslında bir çoğu, o yüzden meyve suları daha iyiydi :)

La Boqueria




Churros & Sıcak Çikolata
Las Ramblas’ın yan sokaklarında bir sürü ara sokak ve yüzlerce café var. Petritxol isimli bir ara sokakta güzel churros yapan bir pastane varmış, pastanenin ismi de Petritxol hatta. Oraya gittiğimizde, önünde sıra bekleyenler vardı; bizim Beşiktaş’taki kahvaltı mekanlarında haftasonu yaşadığımız stres durumunu burada da yaşadık yani. Biz de sıra beklemekten vazgeçip gözümüze güzel gözüken herhangi bir kafeye dinlenmek için oturup, churrosumuzu yedik. Tabi yanında sıcak çikolata ile birlikte.. (Geleneksel tatların hepsini denemeden dönmemeye kararlıyız :))


Las Ramblas’ın biraz aşağısına indiğinizde yine ara sokaklardan birinde Gaudi’nin bir başka eseri daha karşınıza çıkıyor: Güell Palace. Bu mekanın da içine girmedik, açıkçası çok da gerekli gelmedi. Gaudi olmasaymış Barcelona’da nereleri görmeye giderdik çok merak ediyorum. :) Herneyse. Daha sonra gezimize Gotik Bölgesi, Barcelona Katedrali ve Placa Del Rei ile devam ettik. Hepsi birbirine yürüme mesafesi zaten, ara sokaklarda kaybolurcasına yürüdük, yürüdük… Yorulduğumuzda ise, yine vazgeçemediğimiz El Born Bölgesi’nde bir barda oturup, yerli Katalanlar gibi birer bira içtik. Barcelona’da akşam yemeği için mekanlar genelde 7.30- 8 arası açılıyor, yerel halk ise 9-9.30’dan once yemeğe gitmiyor. Yani öğleden sonra 4 ile 7 arası pek açık mekan bulamazsınız şimdiden söyleyeyim. Biz de akşam 8 gibi El Born’da yer alan Tapeo Anem de Tapes isimli bir tapas bara gittik. 4-5 çeşit meze ve bira ile geceyi noktaladık. Mezelerin hepsi çok taze, değişik ve lezzetliydi. Bu mekanı da tavsiye ederim. Fotoğraflar aşağıda…

Mezeler: Soslu patates kızartması/Barbekü soslu domuz kaburgası/Bal soslu patlıcan/Enginar Cipsi

Yazının devamı burada


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder