1.02.2014

Floransa: Sarı boyalı yeşil panjurlu evleriyle sanat kokan şehir


Ocak ayının ortasında İtalya’da ne işimiz var diye düşünürken Floransa’nın ihtişamlı Santa Maria del Fiore Katedrali'nin (Duomo) hemen karşısındaki otelimize yerleştiğimizde şehri tanımak için duyduğum heyecanı anlatamam. Gerçekten dedikleri kadar sanat ve tarih kokan bir şehir burası. En güzel yanı da ocak ayında gittiğimiz için, 4 mevsim her yerde türeyen japon-çinli-koreli turistler dışında pek fazla kalabalığa rastlamamamız oldu.

Duomo


Floransa küçücük bir şehir. 2 tam gün tüm şehri yürüyerek dolaşmaya yetti, hatta 2 tane müzeye dahi girdik. Öncelikle gidiş yolumuzdan bahsedeyim…

Bir gün öncesinde Bolonya’ya iniş yapıp orada bir gece de geçirdikten sonra sabah ilk trenle Floransa’ya geçtik. Bolonya çok fazla bilinmemesine ragmen bize baya gezilebilir geldi, hatta burada bir gece daha kalsaymışız olurmuş. Ona da bir başka yazıda değineceğim. Bolonya’dan yarım saatte bir hızlı trenler gidiyor Floransa’ya. Sabah 1 öğle 1 akşam 1 sefer olmak üzere toplam 3 sefer de normal tren gidiyor. Normal olan tren 1:50 dk, hızlı tren ise 35-40 dk.da Floransa’da oluyor. Bu iki tren arasında 15 eur olduğu için biz yavaş olanı tercih ettik. Gidiş-dönüş toplam 30 eur az buz para değil. :) Bir de İtalya’nın kırsal kesimlerinden ağır ağır geçerek etrafı seyretmek yaşanması gereken bir deneyim bence :)

Floransa’da toplu taşımaya hiç mi hiç ihtiyacınız yok, öncelikle onu söyleyeyim. En yaygın kullanılan tren istasyonu Santa Maria Novella’ya indiğinizde bunu hemen farkedebilirsiniz. İstasyondan otelimizin olduğu Katedral tarafına bavullarımızla beraber yürüyerek 10 dk.da ulaştık. Otelimiz Piazza Del Duomo'nun ortasında, eski bir binanın 2. ve 3. Katında, pencereleri direkt Duomo'ya bakan inanılmaz bi konumda. Hala unutamıyorum. Orada o küçücük odada bir ömür geçirmek istedim desem yalan olmaz. Otelin adı B&B : A Florence View. BB: Bed and Breakfast olarak açılıyor. yani , kahvaltınızı kocaman bir tepside küçücük bir çiçek ve portakal suyu eşliğinde odanıza getiriyorlar. Nasıl da nostaljik..

Piazza Del Duomo
Burada küçük ama önemli detayı da vermeden geçemiycem: Odada katedral manzarasına nazır şarap içmek isteyenler için tirbuşondan kadehlere kadar her detay da mevcuttu ;)

Görkemli katedrali uzun uzun izledikten sonra hemen bir sokak aşağıda yer alan Basilica di San Lorenzo bölgesine yürüdük. Burada Santa Maria Maggiore kilisesi ve bir zamanlar İtalya’nın en varlıklı ailelerinden olan Medici’lerin Şapelleri de bulunuyor. Daracık ara sokaklarda kaybolurcasına yürürken buram buram burnumuza dolan BİSCOTTİ kokusunu takip ederek küçücük bir dükkanın önünde bulduk kendimizi. Çölde vaha bulmak neyse, o an Floransa’daki o küçücük sokakta yaşadığımız kelimenin tam anlamıyla oydu. Her çeşitten ikişer tane alıp 2 saniyede hüplettiğimiz biscottileri hemen özleyip geri dönüp yarım kg. daha aldık. Mekanın adı, Il Cantuccio Di San Lorenzo. Cantuccio, biscotti demek. Yani aslında bildiğimiz kurabiyenin 2 defa fırınlanmış versiyonu.

En güzel Biscotti tarifi ilerleyen zamanlarda vişnevanilyada! (reklamımızı da yapalım:p)



Sıra geldi Piazza della Repubblica'ya.Yani Türkçesi Cumhuriyet Meydanı. Floransa'da bu Piazza ile başlayan çok fazla meydan var, hepsi de adını genelde o civardaki bir kiliseden veya başka bir tarihi yapıdan almış. Bu bölgede ayda birkaç kez pazar kuruluyormuş ama biz denk gelemedik. Bir de atlı karınca var ilginizi çekebilecek, onun dışında çok da bir numarası bulunmuyor. Yine yürüyerek Piazza Della Signoria'ya, yani Floransa'nın asıl ihtişamının birebir yansıdığı bölgeye geçiyoruz. Bu bölgede, çoğu 16. yüzyıldan kalma ünlü heykeller bir arada, hem de herhangi bir binanın içinde değil, meydanda bulunuyor. O heykellerin arasındaki banklarda oturup meydanın etrafıını bir güzel seyredebiliyorsunuz.

Piazza Della Signoria
Bu meydanda bulunan heykellerden bazıları, Palazzo Vecchio'nun hemen önünde bulunan görkemli Neptün Çeşmesi heykeli, Michalengelo'nun meşhur David (Davut) heykelinin bir kopyası (heykelin orjinali Accademia Galeri'de) ve yine Accademia Galeri'de bir kopyası da bulunan ünlü tecavüz heykelinin orijinali.

David Heykeli

Floransa ile özdeşleşmiş olan meşhur Uffizi Galeri de bu meydanın hemen yanındaki ara bir sokakta yer alıyor. Biz de Uffizi ve Accademia'ya girdik ve tüm italyan artistlerin sanatlarına hayran kaldık. Ama şimdiden söyleyeyim, yağlı tabloların %90'ı, yüzyıllar önce kiliseler için yapılmış ve kiliseler yıkıldıktan sonra müzelere konulmuş veya daha derin mesaj kaygıları içerecek şekilde üretilmiş kutsal figürlerden oluşuyor.

Uffizi'de dikkat çeken bir tablo vardı ki, benim için yeri her zaman farklı kalacak. Botticelli'nin "Venüs'ün Doğuşu" tablosu !  Bu tabloyu daha önce nerede gördüm, kaç yaşındaydım bilmiyorum ama şundan eminim, küçüklüğümden kalma belli belirsiz bir resim olarak hafızama kazınmış. Muhtemelen en eski evimizde duvarda yer alan öylesine bir tabloydu. Hani küçükken hayata bambaşka gözlerle bakar, bilinmeyeni hep merak ederiz ya, işte bundan 20 yıl önce her gün karşıma çıkmış önemsiz, yalnızca dekor amaçlı, nereden geldiği belli olmayan bu tablonun orijinalini gözlerimle görmek, hatta adını öğrenmek, hatta ve hatta yaratıcısının kim olduğunu bile yeni öğrenmek tarifsiz bir heyecanla kapladı içimi. Demek ki hayatta daha göreceğim ve öğreneceğim çok şey var, allah uzun ömür verirse... Yaşadıkça, gördükçe, yaşamayı daha da seviyor insan. :)

Biraz da yemekten bahsedelim.

Toskana bölgesinin Başkenti sayılan Floransa'da Toskana bölgesine has tuzlu, çiğ domuz salamı en fazla tüketilen besin. Domuz olması bir yana, salam olması bir yana, deli gibi tuzlu olması başka bir yana, bizim hiçbir şekilde midemizin kaldıramayacağı cinsten.  Bu çiğ salamlarla peyniri bir ekmeğin arasına koyup, şarap ile öğün olarak tüketiyorlar. Bu bölgede makarna ve pizza dışında bizim damak zevkimize uygun bir şey bulmak çok zor anlayacağınız. Zaten biz de 3 gün boyunca sadece makarna ve pizza yedik :) İlk gün, Uffizi'ye girmeden önce, Tripadvisor'da puanı en yüksek şarapçılardan birinde oturduk öğlen atıştırması için. Dediğim gibi, atıştırmalık sandviç dışında bir şey bulamazsınız. Biz de acı bir tecrübe ile fark etmiş olduk bu durumu. Mekanın adı La Prossuciteria. İçinin çok hoş, otantik ve geleneksel bir dizaynı var. Kendi şaraplarını yapıyorlar birçok mekan gibi. Şarabını beğendim açıkçası, eh bu avrupalılar bizim aksimize, alkol konusunda cömert oluyorlar genelde. Yalnızca 1 kadehten sonra hafiflemiş bir kafa ile Uffizi'yi dolaşmak çok hoş oldu :)


Uffizi'nin çıkışına yakın bir de terası var. Bu teras bana nedense baya romantik geldi. İtalyan sanatından etkilenmiş olsam gerek. 

O günün akşamı yine bir şarapçıya gittik. İtalya'ya gidip bira içsek ayıp olurdu nitekim. Gittiğimiz yerin adı da Lo Schicaciavino. Nasıl okunduğu hakkında en ufak fikrim yok :) Burada da ne yedik dersiniz? Şaşırtmalı soruydu. Sandviç! Domuzsuz, az tuzlu ve peynirli filan bişeydi çok şükür. Bu akşamlık mideyi kurtardık. :) Floransa'da şarap mekanlarında takılma tarzı genelde dışarıda, ayakta, bir elde kadeh, bir elde sandviç şeklinde gelişmiş. Hem havanın soğuğumsu ve yağmurlu olmasından hem de tüm gün yürümekten mütevellit yorgunluktan, o tarza uyum sağlayamadık biz. Bu mekanı da o sebeple baya beğendim. Birçok şarapçının aksine burada oturabileceğiniz geniş bir alan vardı.

2. Gün

Sabah erkenden Accademia Galeri'ye gitmek için yola koyulduk. Gelmeden önce çok korkutmuşlardı bizi, çok kuyruk olur, biletinizi internetten alın vesaire diye. Uffizi için online alıp ekstradan kişi başı 4 eur ödediğimiz bilete, Uffizi'de bile kuyrukla karşılaşmadığımızda çok üzülmüştüm. Ekstradan para ödememek, sıra da beklememek için sabah erkenden gittiğimiz Accademia'yı da bomboş görünce o bahsedilen deli kalabalığın sadece yaz aylarında olduğuna kanaat getirdik. Bu müze sandığımızdan baya küçük çıktı. Aslına bakarsanız, Michelangelo'nun ve bazı Rönesans artistlerinin eserleri, ve tabii ki meşhuur David heykeli dışında kayda değer bir şey yok. Ama yine de gidilmesi gerektiğini düşünüyorum. Uffizi'de dolaşırken çok beğendiğim küçücük bir melek tablosunun (Musician Angel by Fiorentino), tahtaya basılmış versiyonunu Accademia'nın çıkışındaki alışveriş kısmında bulduğumda hemen alıp, kitaplığıma koydum. Minik meleğim kitaplarımın yanına çok yakıştı. :) 



Accademia'dan çıktığımızda yakın civarlarda görmediğimiz bazı bölgelerde yürüdük, mesela yine bu çevreye yakın görülmesi gereken bazı yerler: Piazza San Marco, Centro Storico, Mercado Centralo, Basilica di Santa Croce olabilir. Bu atraksiyonların hepsi birbirine yakın yürüme mesafesinde olduğundan, meşhur bir köprü olan Ponte Vecchio'dan karşıya geçmeden önce tüm bu atraksiyonların hepsini gördük. Ponte Vecchio'yu , Palazzo Vecchio ile Palazzo Pitti'yi birbirine bağlayan bir köprü olarak özetleyebiliriz.

Ponte Vecchio
Nehrin karşı kıyısına geçtiğimizde öğle yemeği olarak pizza yiyelim dedik. Saat 15:00'te birçok mekan saat 19:00'a kadar kapalı oluyor. Biz de son dakikada açık yakaladığımız, menüsünde yalnızca 8 çeşit odun ateşinde pişmiş pizza ve 2 çeşit ev şarabı bulunan Gusta Pizza'ya daldık. Kocaman buffalo mozzarella ile odun ateşinde pişirilmiş Pizzaya bayıldığımızı söylememe gerek yok herhalde.

Pizza Margharita
Bu bölgede Pitti Palace ve Santa Spirito Kilisesi öne çıkıyor. Ama bunların dışında bir yer var ki, Floransa gezimizin tektaşıydı diyebilirim: PIAZZALE MICHELANGELO. Yani Michelangelo Tepesi. Bu tepeye otobüsler de çıkıyormuş ama biz tabii ki her zamanki gibi yürümeyi tercih ettik. Birazcık yokuş yukarı ama çok yorucu değil, yaklaşık 20 dk.da çıkılabiliyor. Gün batımına doğru çıktığımız bu tepede buram buram sanat ve tarih kokan şehri yukarıdan izleme şansına nail olduk ve mest olduk. Tepede bir de kilise var ki, girmeden ölmeyin! (Nasıl da abarttım ama.. :) Fakat gerçekten bu şehre gittiğinizde bu tepeye çıkmazsanız Floransa'yı görmemiş olursunuz, benden söylemesi.) Kilisenin de uzun bir ismi var: Santa Miniato Al Monte. 11.-13. yüzyıllar arasında yapılmış, Toskana Romanesk mimarisinin eşsiz örneklerinden olarak kabul ediliyor. Kilisenin manzarası hakkında zaten yoruma gerek yok.

Piazzale Michelangelo
Ehh o kadar tepeye tırmandıktan ve Vecchio Bölgesinden defalarca geçtikten sonra bir yerde oturup güzel bir İtalyan makarnası ve tabii ki Tiramisu yemenin zamanı geldi. Normal restoranlardan (yani ristorantelerden) farklı olarak Trattoria denilen cafe-restoran şeklinde mekanlar daha sıcak ve daha bütçe dostu geldiği için, boş bulabildiğimiz, TA reytingi de iyi olan bir trattoriada rezervasyon yaptırdık. İlk 1-2 tercihimizde yer yoktu, mekanlar hem küçük hem de haftasonu olduğu için hemen doluyor. Bu mekanları yazın düşünemiyorum.. Aklınızda bulunsun, iyi bir yer için 1 hafta önceden yer ayırtmanız gerekebilir. Herneyse, bizim gittiğimiz trattorianın adı Acquacotta. Pek küçük sayılmayan bir yer, zannımca o sayede yer bulabildik zaten. Yediğimiz makarnalar ve tiramisu süperdi. Bir de peynir fondu soslu fırında sebze spesiyallerini denedik, parmaklarımızı yiye yiye çıktık mekandan.

Trattoria Acquacotta
Otele dönüş yolunda rastladığımız yahudi Sinagog'u da mavi ay ışığında adeta bize göz kırpıyordu, bu büyülü şehrin tüm sihrini içimize işleyerek...

Sinagoga di Firenze e Museo Ebraico


O güzel geceyi noktalayan Duomo manzarasından bir kadeh daha kaldırmak istiyorum bu şehre. Bir dahaki sefere kadar kendine dikkat et Floransa.





Hiç yorum yok :

Yorum Gönder